





ESER VE İNŞAAT SÖZLEŞMELERİNDE ZAMANAŞIMI
Eser ve inşaat sözleşmeleri ile yüklenicinin ayıplardan sorumluluğuna uygulanacak zamanaşımı süreleri ile satış sözleşmelerine ve satıcının ayıplardan sorumluluğuna uygulanacak zamanaşımı süreleri arasında bir fark bulunmayıp, bunları üç bölüme ayırarak inceleyeceğiz.
1) Sözleşmeye aykırılıkta zamanaşımı (BK.125; TBK.146)
2) Taşınır eserlerdeki ayıplardan sorumlulukta zamanaşımı (BK.363; TBK.478)
3) Taşınmaz yapılardaki ayıplardan sorumlulukta zamanaşımı (BK.215/3; TBK.244/3)
Şimdi bunları ayrı ayrı görelim.
1- SÖZLEŞMEYE AYKIRILIKTA ZAMANAŞIMI
Eser sözleşmelerine, İnşaat sözleşmelerine ve Arsa Payı Karşılığı Bağımsız Bölüm Yapımı Sözleşmelerine tarafların uymamalarından ve sözleşmeye aykırı davranışlarından dolayı açılacak davalarda (10) yıllık genel zamanaşımı süresi uygulanacaktır. (818/BK.m.125 ve 6098/TBK.m.146)
Ancak, yapılan şeyin kusurlu olmasından, meydana getirilen eserin, görülen işin, bina ve yapının ayıplı olmasından dolayı açılacak davalarda zamanaşımı süreleri, Yasa’nın özel hükümlerine göre belirlenecektir. Bunların neler olduğu aşağıda açıklanmıştır.
2- TAŞINIR ESERLERDEKİ AYIPTAN DOLAYI ZAMANAŞIMI
Taşınmaz yapılar dışında, özel olarak ısmarlanan ve yaptırılan taşınır eserlerdeki ayıptan; bakım, onarım bozukluklarından; hizmet ve organizasyon eksikliklerinden dolayı zarara uğrayan iş sahibinin, yükleniciye karşı açacağı davaların zamanaşımı, yıllardan beri uygulanagelen 818 sayılı Borçlar Kanunu’na ve yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na göre şöyledir:
a) 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu’nun 478.maddesine göre “Yüklenici ayıplı bir eser meydana getirmişse, bu nedenle açılacak davaların zamanaşımı, teslim tarihinden başlayarak (2) yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.”
b) 818 sayılı Borçlar Yasası’nın 363.maddesinde ise, aynı konuda: “Yapılan şeyin kusurlu olmasından dolayı iş sahibinin hakları, alıcının haklarına uygulanan zamanaşımı kurallarına bağlıdır” denilmiş olmasına göre, taşınmaz yapılar dışındaki eserler için 818 sayılı Borçlar Yasası’nın 207.maddesi hükmü uygulanagelmiştir. Madde hükmü şöyledir:
“Satıcı daha uzun bir süre için güvence vermemişse ve sorumluluk üstlenmemişse, satılandaki ayıptan doğan her türlü dava, satılandaki ayıp daha sonra meydana çıksa bile, satılan malın alıcıya tesliminden başlayarak bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.
Fakat, satıcı tarafından açılan davaya karşı, alıcının, satılanın kendisine tesliminden başlayarak bir yıl geçmeksizin bildirdiği ayıptan dolayı savunma hakkı, bir yıllık sürenin geçmesiyle zamanaşımına uğramayıp, devam eder.
Satıcı, alıcıyı aldatmışsa, bu bir yıllık zamanaşımından yararlanamaz.”
c) Bizce, 818 sayılı Yasa’nın 207.maddesi 3.fıkrası, bir yıllık süre iki yıla çıkarılarak, 6098 sayılı yeni Yasa’da aynen yer almalıydı. Çünkü, yeni Yasa’nın 478.maddesinde taşınmaz yapılarda yüklenicinin “ağır kusuru” teslimden başlayarak yirmi yıl ile sınırlandırılmış; bu doğru olmamıştır. “Yüklenicinin ağır kusuru varsa zamanaşımından yararlanamaz” denilmesi daha doğru olurdu. Bunun nedenlerini, aşağıda, inşaat sözleşmelerine (taşınmaz yapılara) ilişkin bölümde açıklayacağız.
3- TAŞINMAZ YAPILARDA AYIPTAN DOLAYI ZAMANAŞIMI
a) Yasalardaki hükümler
Önceki Borçlar Yasasında olduğu gibi, yeni Borçlar Yasası’nda da, binalardaki ayıplardan dolayı “yükleniciye “ ve “satıcıya” karşı açılacak davaların zamanaşımı süreleri aynıdır.
818 sayılı Borçlar Yasası’nın 363.maddesinde:
“Yapılan şeyin kusurlu olmasından dolayı iş sahibinin hakları, alıcının haklarına uygulanan zamanaşımı kurallarına bağlıdır.
Fakat taşınmaz inşaatıyla ilgili kusurlardan dolayı iş sahibinin yükleniciye ve inşaata katılan mimar ve mühendise karşı haklarını kullanmada, taşınmazın teslim alındığı tarihten başlayarak beş yıllık zamanaşımı uygulanır” denilmiş;
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 478.maddesinde:
“Yüklenici ayıplı bir eser meydana getirmişse, bu sebeple açılacak davalar, teslim tarihinden başlayarak, (…) taşınmaz yapılarda (5) yılın ve yüklenicinin ağır kusuru varsa, ayıplı eserin niteliğine bakılmaksızın (20) yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar” denilmiştir.
b) Önceki ve sonraki yasalar arasındaki benzerlik
1. Her iki yasada da, binadaki “olağan ayıplar” nedeniyle dava zamanaşımı (5) yıldır. 2. Zamanaşımının başlangıcı binanın “teslim tarihi”dir.
3. Her iki yasada da yüklenici “ağır kusurlu ise” (5) yıllık zamanaşımı süresinden yararlanamayacaktır.
c) Önceki ve sonraki yasalar arasındaki fark
Yüklenici “ağır kusurlu” ise, (5) yıllık zamanaşımı süresinden yararlanamayacaktır. Böyle bir durumda zamanaşımı ne olacaktır? Bu konuda önceki ve sonraki yasalardaki hükümler birbirinden farklıdır. Şöyle ki:
6098 sayılı yeni Yasa’ya göre, yüklenicinin “ağır kusuru” varsa, ona karşı açılacak davanın zamanaşımı, binanın veya bağımsız bölümün “teslim” tarihinden başlayarak (20) yıldır.
818 sayılı önceki Yasa’nın 363.maddesinde, yüklenicinin ağır kusuru (kandırması, aldatması) durumunda zamanaşımının ne olacağı açıkça belirtilmemiş; “iş sahibinin hakları, alıcının haklarına uygulanan zamanaşımı kurallarına bağlıdır” denilerek satıcının sorumluluğuna ilişkin hükümlere göndermede bulunulmuş; fakat 818 sayılı Yasa’nın taşınmaz satımına ilişkin 215.maddesinde de “Bir binanın ayıplı olmasından doğan ve güvenceye dayanan davalar, mülkiyetin devrinden (5) yıl geçmekle zamanaşımına uğrar” denilip, satıcının “ağır kusuru” konusunda bir açıklama yapılmadığından, gene taşınmaz satımına ilişkin 217.maddedeki “Taşınır satımına ilişkin hükümler, kıyas yoluyla taşınmaz satımına da uygulanır” hükmünün göndermesiyle, Yasa’nın taşınır satımında ayıplardan dolayı açılacak davaların zamanaşımına ilişkin 207.maddesinin 3.fıkrasına dayanılarak, taşınmaz satımında satıcının ağır kusuru (aldatması, kandırması varsa) beş yıllık zamanaşımından yararlanamayacağı sonucuna ulaşılmıştır:
Bu sonuca ulaşıldıktan sonra, yüklenicinin veya satıcının “ağır kusurlu” olması durumunda zamanaşımı süresinin ne olacağı arayışına girilmiş; öğretiden gelen destekle bu sürenin (10) yıl olması uygun bulunmuştur.
d) Yeni Yasa’da, yüklenicinin “ağır kusuru” nedeniyle açılacak davaların “teslim” tarihinden başlayarak (20) yıl ile sınırlandırılmış olmasının sakıncaları
6098 sayılı Yasa’nın satıcının ağır kusuruna ilişkin 244.maddesi 3.fıkrasında olduğu gibi, yüklenicinin ağır kusuruna ilişkin 478.maddesinde de, zamanaşımının “teslim” tarihinden başlatılarak (20) yıl ile sınırlandırılmış olması, bizce doğru olmamıştır. Şöyle ki:
aa)Yasanın yukarda belirtilen maddeleri haksız eylemlerde zamanaşımına ilişkin 72.maddesinin gerekçesiyle bağdaşmadığı; gerekçede belirtilen sakıncaların, yasalaşma sırasında bu maddelere gelindiğinde gözden kaçırıldığı; oysa 72.maddenin Adalet Komisyonu gerekçesinde yer alan “zarar, ancak sonucun meydana geldiği tarihte oluşmuş olacağından, zamanaşımının da başlangıç tarihinin, zorunlu olarak, sonucun meydana geldiği tarih sonrasındaki “öğrenme tarihi” olacağı” görüşünün yüklenicinin ve satıcının ağır kusuruna uygulanacak zamanaşımı yönünden de önem taşıdığı düşüncesindeyiz.
bb)Yüklenicinin ve taşınmaz satıcısının ağır kusuru halinde açılacak davalar için (20) yıllık zamanaşımı süresi uygun görülürken, öyle sanıyoruz ki, deprem zararlarıyla ilgili Yargıtay kararlarındaki gerekçeler ve bu kararlara yansıyan yaşam gerçekleri gözden kaçırılmıştır. Anımsanacağı üzere, 1999 depreminden uzun yıllar önce inşa edilip teslim edilen binaların aradan 20 yıl, 30 yıl gibi süreler geçtikten sonra depremle yıkılması olayında ortaya çıkan ölüm, yaralanma ve maddi hasarlar için açılan davalarda, Yargıtay’ın ilgili dairesince ve daha sonra Hukuk Genel Kurulunca, Borçlar Kanunu 60.maddesi 1.fıkrasındaki “öğrenme” olgusunun “zararın ortaya çıkması” ve “dava edilebilir nitelik kazanması” ile gerçekleşeceği kabul edilerek yargıdaki olası haksız uygulamalar ve hak kayıpları önlenmiştir. Bunca güzel ve doğru kararlar oluşturulmuşken, sürenin yirmi yıl ile sınırlandırılması, üzerinde yeterince durulup düşünülmemiş bir düzenleme olmuştur.
e) 6098 sayılı Yasa’nın ilgili maddelerinin değiştirilmesinin gerekliliği
6098 sayılı Yasa’nın yüklenicinin sorumluluğuna ilişkin 478.maddesi ile satıcının sorumluluğuna ilişkin 244/3.maddesi, Yasa’nın 72.maddesiyle ilgili Adalet Komisyonu gerekçesindeki görüşler doğrultusunda düzeltilmeli; yasada bütünlük sağlanmalıdır.
Bizce yeni Yasa’nın 244/3. ve 478. maddeleri şu biçimde düzeltilmelidir:
Önceki Yasa’da olduğu gibi, hiç süreden söz edilmeyip, “Yüklenicinin (ve satıcının) ağır kusuru varsa, zamanaşımı sürelerinden yararlanamaz” denilerek sürenin belirlenmesi öğretiye bırakılmalıdır.
f) Zamanaşımının başlangıcı
Önceki ve sonraki her iki yasada da zamanaşımının başlangıcı, binanın “mülkiyetinin geçirilme” tarihidir. Binadaki, bağımsız bölümlerdeki “olağan” ayıplar için (5) yıllık sürenin başlangıcının “mülkiyetin geçirilme” tarihi olması doğru ise de, “gizli ayıplar” için, uzun yıllar sonra ortaya çıkan inşaat kusurları için “mülkiyetin geçirilme” tarihinin başlangıç alınmasını sakıncalı bulduğumuzu, yukarda depremle uzun yıllar sonra ortaya çıkan zararları anlatarak açıkladık.
Yüklenicinin (veya satıcının) ağır kusuru ve taşınmaz yapılardaki gizli ayıplar nedeniyle açılacak davaların, 6098 sayılı Yasa’da (20) yıl ile sınırlandırılmış olmasının sakıncalarını, bir de “zamanaşımının başlangıcı” yönünden ele alıp somut örnekler vermek istiyoruz. Şöyle ki:
Yirmi yıllık zamanaşımının başlangıcı, satılan ya da inşa edilen binanın veya bağımsız bölümün “teslim ve mülkiyeti geçirme tarihi” olunca, her alıcıya veya her bağımsız bölüm malikine göre zamanaşımı süreleri farklı olacaktır. Örneğin, arsa payı karşılığı inşaat işi yapan “yüklenici”nin, arsa sahiplerine vereceği bağımsız bölümleri teslim tarihi ile aynı yüklenicinin “satıcı” sıfatıyla üçüncü kişilere ayrı ayrı sattığı bağımsız bölümlerin teslim tarihleri farklı olacaktır. Hatta kimi zaman yüklenici, kendi payına düşen bağımsız bölümleri satmayıp uzun süre elinde tutmuş ve binanın yapımını bitirdikten yıllar sonra satmış olabilir. Bütün bu durumlarda (20) yıllık zamanaşımı süresi, her bağımsız bölüm malikine göre farklı olacak; her birinin “teslim ve devir alma” tarihi değişik olduğundan, yükleniciye veya satıcıya karşı açacakları davaların zamanaşımı süreleri, ayıplı binanın yapımından 20 yıl, 22 yıl, 25 yıl, 27 yıl…gibi farklı süreler olacaktır. Görüldüğü gibi, burada zamanaşımını (20) yıl ile sınırlamanın sakıncaları daha da belirgindir.
Bu sakıncalı durumu gidermenin tek yolu, yukarda önerdiğimiz gibi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun satıcının sorumluluğuna ilişkin 244/3.maddesi ile yüklenicinin sorumluluğuna ilişkin 478.maddesinde düzeltme yapılarak, (20) yıllık süre yerine, “Yüklenicinin (satıcının) ağır kusuru varsa, zamanaşımı sürelerinden yararlanamaz” denilmesidir.
Böyle denilince de, zamanaşımının başlangıcı, “zararın gerçekleştiği” ve “dava edilebilir” nitelik kazandığı tarih olacak; hak yerini bulacaktır.
Nitekim Yargıtay’ın, Gölcük-Yalova depreminde zarar görenlerin açtıkları davalarla ilgili verdiği kararlarında, zamanaşımının başlangıcı, binanın “teslim tarihi” değil, “zararın gerçekleştiği” ve “dava edilebilir” nitelik kazandığı tarih olarak kabul edilmiş; böylece adaletli bir çözüm sağlanmıştır.
Yargıtay’ın, depremlerle ilgili çok sayıda kararlarına egemen olan bu görüş, 6098 sayılı yeni Yasa’nın yukarda anılan (244/3. ve 478.) maddelerine yansıtılmalı; yeni Yasa’nın 72.maddesinin gerekçesi doğrultusunda düzeltme yapılmalıdır.
g) Önceki yasada süre belirtilmemiş olmasının yararları ve Yargıtay’ın depremle ilgili kararlarındaki gerekçeler
Önceki 818 sayılı Yasa’da süre belirtilmemiş olmasının Gölcük-Yalova depreminde yararları görülmüş; satıcının ve yüklenicinin “ağır kusuru, hilesi, sakladığı gizli ayıplar” yüzünden “zamanaşımından yararlanamayacağı” biçimindeki düzenleme nedeniyle, ayıplı binanın tesliminden otuz yıl sonra sorumlular hakkında dava açılabilmiş; hak kayıpları önlenebilmiştir. Buna ilişkin Yargıtay kararlarındaki ortak görüş şöyledir:
Hukuka aykırı eylem oluşmuş ama zarar gerçekleşmemişse, zamanaşımı süresinin başlaması söz konusu olamaz. Yasalarda öngörülen zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlayabilmesi için öncelikle o hakkın istenebilir bir konuma, duruma gelmesi gerekmektedir.
Deprem nedeniyle yıkılan binanın yapımı, yönetmeliğe aykırı olmasına karşın o tarihte zarar doğmadığından, davacının anılan tarihte bir talep hakkı da olmayacaktır. Bu yüzden tazminat isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması, hakkın istenmesini olanaksız kılar.
Bir kimsenin, ödence isteminde bulunabilmesi için öncelikle bir zararın olması ilk koşuldur. Çünkü davanın hukuksal nedeni ödence olunca, öncelikle bunun var ve miktarının da belli veya belirlenebilir olması gerekir. Öte yandan ve en önemli koşul, “zararın tazminat olarak istenebilir bir duruma gelmesi”dir. Davaya konu edilen olayda olduğu gibi, davalının hukuka aykırı eylemi, yapının yapıldığı tarihte gerçekleşmiştir. Ancak o tarihte davacının eldeki davaya konu ettiği tür ve kapsamda bir zararı doğmamıştır. Böyle bir zarar olmayınca, davacının böyle bir dava açma olanağı da bulunamayacağı doğaldır. Zamanaşımı, harekete geçememek durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez.
Tüm bu olgular gözönünde tutulduğunda, istemin zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın reddedilmiş olması usule, yasaya ve dosyadaki somut olgulara uygun düşmemektedir.
4.HD.11.12.2001, E.2001/8406 - K.2001/12825
Zararın ortaya çıktığı deprem tarihinin zamanaşımı sürelerine başlangıç olarak alınması gerekir. Tazminat alacağına ilişkin zamanaşımı süresi, zararın dava edilebilir hale geldiği anda başlayacaktır
Hukuka aykırı fiil işlenmesine rağmen, onun doğuracağı zarar henüz ortaya çıkmamış; zararın ortaya çıkması için, fiil tarihinden sonra birtakım etkenlerin gerçekleşmesi veya belli bir zamanın geçmesi gerekiyor ise, doğal olarak zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması da mümkün olmayacaktır. Binanın yapım tarihinde, davalının hukuka aykırı eylemi gerçekleşmiştir. Ancak ortada henüz bir zarar bulunmamaktadır. Yukarıda değinildiği gibi, her hukuka aykırı eylem, zararın oluşmasına neden olmayabilir. Binanın yapımı sırasında oluşan hukuka aykırılık eylemi, depremin oluşumu sonucunda zararı doğurmuştur. Tazminat alacağına ilişkin zamanaşımı süresi de, diğer alacaklar gibi, onun alacaklısınca talep ve dava edilebilir hale geldiği anda başlayacaktır. Somut olayda, davacıya ait mesken her ne kadar Yapı Kullanma İzin Kağıdına göre 06.11.1975 tarihinde tamamlanıp teslim edilmiş ve o tarih itibariyle hukuken binanın davalılar ile ilişkisi kesilmiş ise de, davalıların haksız fiili, onun sonucunda oluştuğu ileri sürülen zararın meydana geldiği 17.08.1999 tarihinde gerçekleşmiş sayılmalıdır. Dolayısıyla, zamanaşımı sürelerinin başlangıcına bu tarih esas alınmalıdır. Yargıtay'ın bu konudaki uygulaması da, deprem nedeniyle oluşan zararların tazminine ilişkin davalarda, zararın öğrenildiği tarihin, dolayısıyla, o zararın ortaya çıktığı deprem tarihinin zamanaşımı sürelerine başlangıç olarak alınması gerektiği yönündedir.”
HGK.04.06.2003, E.2003/4-400 K.2003/393
Zarar gerçekleşmeden bir dava açma olanağı bulunamayacağına göre, zamanaşımının işlemeye başlayabilmesi için öncelikle istem konusu hakkın dava edilebilir bir konuma gelmesi gerekir.
1- Yasalarda öngörülen zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlayabilmesi için öncelikle dava konusu hakkın istenebilir bir konuma gelmesi gerekmektedir. Yasalarda hakkın istenebilir konumuna, diğer bir anlatımla yerine getirilmesinin gerektiği güne, ödeme günü denmektedir. Bir hak, var olsa bile, o hakkın istenmesi için gerekli koşullar gerçekleşmedikçe istenemez.
2- Sorumluluk hukukunun genel kuralı gereğince, bir kimsenin haksız eylem nedeniyle sorumlu tutulabilmesi için, öncelikle hukuka aykırı bir eylemin bulunması, bir zararın meydana gelmesi, zararın meydana gelmesinde kusurun bulunması ve haksız eylemle zarar arasında da uygun illiyet bağının olması gerekir.
3- Zararla, hukuka aykırı eylem arasında, uygun nedensellik bağının bulunup bulunmadığı koşuluna gelince, dava konusu zararlandırıcı sonuç, depremin meydana gelmesi ile gerçekleşmiştir. Başka bir anlatımla zarar, davalıların yönetmeliklere aykırı davranmasının etkisi, ancak depremin meydana gelmesiyle oluşmuştur. Şu durumda burada tartışılması gereken konu, zararlandırıcı olan sonuca, yönetmeliklere uygun davranmamanın etkisi olup olmadığı üzerinde durmak gerekir. Bu bağlamda deprem olmasaydı, zararda meydana gelmezdi biçimindeki olgu gözönünde tutulduğunda, sanki zararın salt depremin varlığının bir sonucu olduğu düşünülebilir. Ancak görünürdeki sonuç böyle ise de, iddia, davalıların binayı depreme dayanıklı durumda yapmamalarıdır. Eğer bina, yazılı bulunan yapı yönetmeliklerine ve teknik koşullara uygun yapılsaydı, buna karşın deprem nedeniyle yıkılsaydı, bu durumda, zararla hukuka aykırı eylem arasındaki uygun illiyet bağı kesilmiş olacağından davalıların sorumluluklarına gidilmeyecekti. Hiç deprem olmasaydı, davalıların yıllarca önce işledikleri hukuka aykırı eyleminden dolayı, zarar olmadığı için davaya konu edilen biçimde bir ödence davası açılamayacaktı. Diğer bir anlatımla, davalıların hukuka aykırı eyleminin, ileride bir zarar doğuracağı varsayımı ile bu nitelik ve kapsamda sorumluluklarına gidilmeyecekti.
4- İstemin zamanaşımına uğrayıp uğramadığı sorununa gelince, BK.’nun 60. maddesinde, haksız bir eylem sonucu meydana gelen zarar nedeniyle zarar görenin, zararı ve zarar vereni öğrendiği günden itibaren bir yıl ve her durumda, zararın meydana gelmesine neden olan eylemden itibaren de on yıl içinde istemde bulunulmasını öngörmüştür. Devamında ise, haksız eylemin suç teşkil etmesi durumunda, bu sürelerin ceza yasasında öngörülen sürelere bağlı olacağı hüküm altına alınmıştır. Yine aynı maddenin, “ ... zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren...” biçimindeki düzenlemede hukuka aykırı eylemin yanında zararın gerçekleşmesinin de öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla, hukuka aykırı eylemin varlığına karşın, zarar gerçekleşmemişse, zamanaşımı süresinin başlaması söz konusu olmayacaktır. Somut olayda, hukuka aykırı eylem daha önce, zarar ise depremin meydana gelmesi ile gerçekleşmiştir.
5- Maddenin bu düzenleniş biçimi, somut olaya uygulandığında, şöyle bir sonuca varmak gerekir. Bir kimsenin, ödence isteminde bulunabilmesi için öncelikle bir zararın doğması ilk koşuldur. Çünkü davanın hukuki nedeni ödence olunca, öncelikle bunun var ve miktarın da belli veya belirlenebilir olması gerekir. Öte yandan ve en önemli koşul, bu “zararın tazminat olarak istenebilir bir duruma gelmiş olması”dır. Davaya konu edilen olayda olduğu gibi, davalının hukuka aykırı eylemi, yapının yapıldığı tarihte gerçekleşmiştir. Ancak o tarihte davacının eldeki davaya konu ettiği tür ve kapsamda bir zararı doğmamıştır. Bu tür bir zarar olmayınca, davacının eldeki gibi böyle bir dava açma olasılığı da bulunamayacağı doğaldır. Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez.
6- Yapıyı yapan davalılar ile, yapıyı yaptıran iş sahibi arasında düzenlenen yapım sözleşmesinde, yıkılan binanın var olan durumuna göre yapılması öngörülmüşse, yapı sahibinin de sözlşmeye göre bir istemi olmayacaktır. İş sahibinden binayı o haliyle devir alanın da bir istemi bulunmayacaktır. Çünkü böyle bir sorumluluk, sözleşmeden kaynaklanmaktadır. Bunun içindir ki, binadaki gizli ayıplar için öngörülen sürelerin, dava konusu olayda uygulama olanağı olamaz. Biri haksız eylem, diğeri sözleşmeden kaynaklanan sorumlulukla ilgilidir. Bundan dolayı da, yanları ve hukuki sorumluluklarının nedenleri ayrı olan iki düzenlemeyi, aynı hukuki sonuca bağlamak düşünülemez.
Hukuki düzenleme ve eldeki bu olgulara göre, binanın yapımı, yönetmeliğe aykırı olsa bile, o tarihte zarar doğmadığından davacının anılan tarihte bir talep hakkı da olamayacaktır. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar. Binanın yapım tarihinde, davalının hukuka aykırı olan eylemi gerçekleşmiştir. Ancak ortada henüz bir zarar bulunmamaktadır. Binanın yapımı sırasındaki hukuka aykırılık eylemi nedeniyle, depremin oluşumu sonucu zarar doğmuştur.
Tüm bu olgular gözönünde tutulduğunda, istemin zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın reddedilmiş olması usule, yasaya ve dosyadaki somut olgulara uygun düşmemektedir. O halde mahkemece yapılacak iş, somut olayın özelliği, oluş biçimi de gözetilerek davalıların kusurları araştırılarak varılacak sonuca göre karar vermektir. Bu yönün gözetilmemiş olması bozmayı gerektirmiştir.
4.HD.13.05.2002, E.2002/4491 – K.2002/5701
Hukuka aykırı eylem oluşmuş ama zarar gerçekleşmemişse, zamanaşımı süresinin başlaması söz konusu olamaz.
Deprem nedeniyle yıkılan binanın yapımı, yönetmeliğe aykırı olmasına karşın o tarihte zarar doğmadığından, davacının anılan tarihte bir talep hakkı da olmayacaktır. Bu yüzden tazminat isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması, hakkın istenmesini olanaksız kılar. Binanın yapımı tarihinde hukuka aykırı eylem gerçekleşmiş ama zarar, deprem sonucu doğmuştur. O halde zamanaşımının başlangıcı depremle ortaya çıkan zararın gerçekleştiği tarihtir.
4.HD.13.05.2002, E.2002/4491 K.2002/5701
Bir kimsenin ödence isteminde bulunabilmesi için, öncelikle bir zararın olması ve bu zararın tazminat olarak istenebilir bir duruma da gelmesi ilk koşuldur.
Uyuşmazlık, zamanaşımının başlangıç tarihi ile ilgilidir. Diğer bir anlatımla zamanaşımı binanın tamamlanıp teslim edildiği tarihten mi, yoksa zararın meydana geldiği tarihten itibaren mi başlayacağı konusundadır. Bir kimsenin ödence isteminde bulunabilmesi için öncelikle bir zararın olması ilk koşuldur. Çünkü davanın hukuki nedeni ödence olunca öncelikle bunun var ve miktarının da belli veya belirlenebilir olması gerekir. Öte yandan ve en önemli koşul, bu zararın tazminat olarak istenebilir bir duruma da gelmesidir. Davaya konu edilen olayda olduğu gibi, davalının hukuka aykırı eylemi, yapının yapıldığı tarihte gerçekleşmiştir. Ancak o tarihte davacının eldeki davaya konu ettiği tür ve kapsamda bir zararı doğmamıştır. Böyle bir zarar olmayınca, davacının eldeki gibi böyle bir dava açma olanağı da bulunamayacağı doğaldır. Zamanaşımı, harekete geçememek durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Davaya konu edilen olaydaki deprem, yani zarar doğurucu sonuç 17.8.1999 günü meydana gelmiş olup, eldeki işbu dava ise 28.10.1999 günü yani bir yıllık süre içinde açılmıştır. Bu süre, BK.'nun 60. maddesinde öngörülen bir yıllık süreye uygun düşmektedir. Mahkemece, yetersiz ve yanılgılı gerekçe ile davanın zamanaşımı nedeniyle reddi usul ve yasaya aykırıdır. Yapılacak iş, zararın kapsamının belirlenmesi ve hüküm altına alınmasıdır.
4.HD.18.12.2002, E.2002/13842 K.2002/14290
Hukuka aykırı eylemin varlığına karşın, zarar gerçekleşmemişse, zamanaşımı süresinin başlaması söz konusu olamaz.
Yasalarda öngörülen zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlayabilmesi için öncelikle o hakkın istenebilir bir duruma gelmiş olması gerekir. Haksız eylem sonucu oluşan zararların dava konusu edilmesi durumunda zamanaşımı konusunu düzenleyen Borçlar Yasası'nın 60. maddesi gereğince haksız bir eylem sonucu meydana gelen zarar nedeniyle zarar görenin, zararı ve zarar vereni öğrendiği günden itibaren bir yıl ve her durumda zararın meydana gelmesini sağlayan eylemden itibaren on yıl içinde istemde bulunulması gerekir. Buna göre hukuka aykırı eylemin varlığına karşın, zarar gerçekleşmemişse, zamanaşımı süresinin başlaması söz konusu olamaz.
4.HD.30.06.2004, E.2004/2110 K.2004/8595
Deprem nedeniyle bina yıkılmasında suç tarihi binanın yıkıldığı tarihtir. Dava zamanaşımı, yaralanma ve ölüm anından itibaren işlemeye başlar.
Bina yıkılmasının, TCY.'nın 383. maddesinde yazılı suçu oluşturabilmesi için, bir musibet, bir felaket sayılabilecek nitelikte olması gerekmektedir. Bu da, binanın yıkılması sonucu, mal ya da kişilere yönelik tehlikeden dolayı kamu esenliğinin derin ve yaygın şekilde sarsılmış olması ile mümkündür. Taksirin cezalandırılabilmesi için yapının yıkılması bir musibet, bir felaket niteliğinde olması gerekir.
Taksirle tehlikeye neden olma suçunda taksirin bulunduğunun kabulü için dört koşul aranmalıdır. Birinci koşul failin, büyük bir tehlikeyi meydana getiren bir hareketi bilerek ve isteyerek yapmış olması, başka deyişle eylemin iradi olmasıdır, ikinci koşul, sonucun öngörülebilir olması, üçüncü koşul, failin sonucu istememiş bulunması, nihayet dördüncü koşul ise, failin hareketi ile gerçekleşen tehlike arasında nedensellik bağının bulunmasıdır.
Depremin inzimam eden etkisiyle Sanat ve meslekte deneyimsizlik veya nizam, emir ve kurallara riayetsizlik sonucu, umumi bir tehlike yaratan tahribat ve musibete neden olan sanıkların eylemi TCY.nın 383. maddesindeki suçu oluşturur. Maddenin birinci fıkrasında öngörülen suçta dava zamanaşımı, tahribat ve musibetin gerçekleşmesi, 2. fıkrasında ki suçta ise yaralanma ve ölüm anından itibaren işlemeye başlar.
CGK.04.03.2003, E.2002/9-314 K.2003/15
Yapının genel bir tehlikeyi içerecek biçimde yıkılması halinde, suç tarihi yıkılma ( göçme - çökme ) anıdır. Yıkılan binanın, yasada öngörülen yaralanma ya da ölüm sonucuna yol açtığı anda suç işlenmiş sayılır. Dolayısıyla, suçun nitelikli biçiminin oluşumu için zorunlu öğe olan, yaralanma ya da ölüm anı, suçun işlenme tarihi olduğundan, bu suç yönünden TCY'nın 102. maddesinde öngörülen dava zamanaşımının da bu tarihten itibaren hesaplanması gerekir.
TCY'nın 103. maddesine göre, tamamlanmış suçlarda dava zamanaşımı süresi eylemin vuku gününden itibaren başlar. Suç her zaman bir anda meydana gelmez. Maddi unsurun parçalarını meydana getiren hareket ile sonuç arasında az veya çok uzun bir zaman geçmiş olabilir. Hatta hareket ve sonuç ayrı ayrı yerlerde gerçekleşmiş de olabilir. ( Dönmezer-Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, 14. Bası, Cilt 1, s. 223 ) Neticesi harekete bitişik suçlarda, ihlali belirten hareket yapılır yapılmaz suç da tamam olmuştur; bu itibarla suç hareketin yapıldığı yer ve zamanda işlenmiştir, zamanaşımı o andan itibaren işlemeye başlamıştır. Neticesi hareketten ayrı olan suçlarda ise, suçun tamam olması için ihlali belirten hareketten başka kanuni tarifte yer alan neticenin de gerçekleşmesi lazımdır; böylece suç, bu neticenin gerçekleştiği yer ve zamanda işlenmiştir, zamanaşımı da o andan itibaren işlemeye başlamıştır. ( Dönmezer-Erman, age, s. 384 )
TCY'nın 383. maddesinin birinci fıkrasında yazılı, neticesi hareketten ayrı ve seçimlik suçlardan olan genel bir tehlikeyi içerecek biçimde tahribat ve musibete neden olma suçunun gerçekleşme anı, sonucun yani tahribat ve musibetin gerçekleştiği andır, başka bir deyişle, yapının genel bir tehlikeyi içerecek biçimde yıkılması halinde, yapının yıkıldığı andır. Bu nedenle suç tarihi de: yıkılma ( göçme - çökme ) anıdır. İkinci fıkrada yazılı suç ise, genel bir tehlikeyi içerecek biçimde yıkılan binanın, yasada öngörülen yaralanma ya da ölüm sonucuna yol açtığı anda işlenmiş sayılır. Dolayısıyla, suçun nitelikli biçiminin oluşumu için zorunlu öğe olan, yaralanma ya da ölüm anı, ikinci fıkradaki suçun işlenme tarihi olduğundan, bu suç yönünden TCY'nın 102. maddesinde öngörülen dava zamanaşımının da bu tarihten itibaren hesaplanması gerekir.Bu açıklamalar ışığında somut olay ele alınıp değerlendirildiğinde; Yapım aşamasındaki kusurlu hareketleri ile, genel tehlike yaratacak biçimde binaların çökmesine ve ölüme neden olan sanıkların eylemlerinin TCY'nın 383/2. maddesindeki suçu oluşturduğu, binalar içinde bulunan 22 kişinin öldüğü 17 Ağustos 1999 gününün suç tarihi olduğu, kamu davasının ise Yasası'nın 102. maddesinde öngörülen beş yıllık dava zamanaşımı dolmadan 20.12.1999 tarihli iddianameyle açıldığı anlaşılmaktadır.Bu itibarla, TCY'nın 383. maddesinin birinci fıkrasındaki suçun oluşumu için tehlikenin fiilen meydana gelmesi, başka bir deyişle tahribat ve musibetin gerçekleşmesi, ikinci fıkrasındaki suçun oluşumu için de ölümün meydana gelmesi gerektiğini gözardı eden Yerel Mahkemenin, kusurlu inşa edilen yapı için kullanma izin belgesinin alındığı tarihi suçun işlendiği tarih, dolayısıyla dava zamanaşımının başlangıç tarihi olarak kabul edip, kamu davasının zamanaşımı süresinin dolmasından sonra açıldığı gerekçesiyle ortadan kaldırılmasına karar vermesi isabetsizdir.
CGK.08.11.2003, E.2003/9-261 K.2003/274