• Anasayfa
  • Üyelik (Ücretsiz)
  • Çelik Ahmet Çelik Kimdir?
  • Duyurular
  • Arabul
  • Reklam
  • İletişim

TazminatHukuku.com

Çelik Ahmet Çelik - Araştırma ve İnceleme
Ana Menü
  • Anasayfa
  • Güncel Konular
  • Araştırma Yazıları
  • Görüş Bildirimleri
  • Duyurular
  • Yargıtay Kararları
  • Mevzuat
  • Konuk Yazarlar
  • Çelik Ahmet Çelik Kimdir?
  • Dilekçe Örnekleri
  • Kitaplarım
  • Tablolar
  • İletişim
  • Üyelik (Ücretsiz)
  • Site Haritası
  • Reklam ve Sponsorluk
Kullanıcı Giriş






Şifremi unuttum?
Hesabınız yok mu? Kayıt Ol
4 4 4 4
Anasayfa

İŞ KAZALARI NEDENİYLE TAZMİNAT DAVALARI

İŞ KAZASI NEDENİYLE TAZMİNAT DAVALARINDA HAKSIZ VE YASALARA AYKIRI UYGULAMALAR

VE YENİ BORÇLAR KANUNU 55.MADDESİ

I-KURUM GELİRLERİNİN İNDİRİMİ KONUSU

1-Kurum gelirlerinin indiriminde yapılan haksızlık

İş kazası ve meslek hastalığı nedeniyle, işverene ve üçüncü kişilere karşı açılan maddi tazminat davalarında, yasalardaki hükümlere aykırı uygulamalarla ya da yanlış yorumlarla işçiye ve desteğinden yoksun kalanlara haksızlık edilmekte, zarar sorumluları tazminat ödemekten kurtarılmaktadır.

Bunların en başında, Borçlar Kanunu hükümlerine göre değerlendirilmesi gereken ölüm ve bedensel zararlarla ilgili tazminat isteklerinin, Sosyal Güvenlik Yasaları’yla ilişkilendirilmesi, üstelik bu yasaların amacı aşılarak ve yanlış yorumlanarak tazminattan haksız indirimler yapılması gelmektedir.

Sosyal Güvenlik Kurumu’nca bağlanan gelirlerin davalı işveren olduğunda yalnızca “ilk peşin değeri”nin kusura isabet eden tutarı ve davalı üçüncü kişi ise “ilk peşin değerin yarısı”nın kusura isabet eden tutarı tazminattan indirilecek iken, (işçiyi para değerindeki düşüşlerden korumak amacıyla) sonradan yapılan gelir artışlarının tamamı tazminattan indirilerek zarar sorumluları ödüllendirilmekte, tazminatın büyük bir bölümü zarar sorumlularının ceplerinde kalmaktadır.

Oysa, tazminattan indirilmesi gereken miktar, Kurum’un rücu hakkı ile sınırlı tutulmak gerekir. 5510 sayılı yasadan önceki 506 sayılı Yasa’nın 26.maddesinin bir cümlesinin Anayasa Mahkemesi’nin 23.06.2006 gün E.2003/10 ve K.2006/106 sayılı kararıyla iptal edilmesinden sonra ve 5510 sayılı yeni Yasa’nın 21’inci maddesine göre davalı ve sorumlu işveren ise “ilk peşin değer”in kusura isabet eden tutarı ile, davalı ve sorumlu üçüncü kişi ise “ilk peşin değerin yarısı”nın kusura isabet eden tutarı ile sınırlandırılmıştır. Buna karşılık, işçinin veya haksahiplerinin gelirlerinde (enflâsyondan korumak ve paranın alım gücünü sabit tutmak amacıyla) sonradan yapılan artışların tüm peşin değerlerinin tazminattan indirilmesinin haksız sonuçlar doğurduğu “matematiksel” olarak kanıtlanabilmekte; yukarda belirttiğimiz gibi, bu uygulamadan zarar sorumluları yararlandırılmaktadır.

Geçmişte, Kurum’un rücu hakkının sonraki gelir artışlarını da kapsadığı dönemde, işçinin veya haksahiplerinin “mükerrer”(iki kez)yararlanmalarından kaygı duyanlar, Kurum’un rücu hakkının ilk peşin değerle veya ilk peşin değerin yarısı ile (üstelik kusur oranlarıyla) sınırlandırıldığı yeni dönemde, işçinin veya haksahiplerinin tazminatından sonraki artışların da indirilmesini öngörürken, nedense bundan “zarar sorumlularının yararlanmakta oldukları” gerçeğini görmezden gelmekte, bundan “rahatsızlık” duymamaktadırlar. Bu haksız uygulama kesinlikle önlenmelidir.

Bu uygulamanın haksız olmadığını, tazminat hesapları en son verilere göre yapıldığı için, gelir artışlarının tazminattan indirilmesi gerektiğini savunanlar olacaktır. Bizim onlara yanıtımız, para değerindeki ve ücretin alım gücündeki düşüşler nedeniyle bir artış olmadığı, bir artış sayılsa dahi kamusal nitelikli bir uygulamadan zarar sorumlularını yararlandırmanın doğru olmadığı; öte yandan tazminat hesaplarının varsayıma dayanmasının da bir malvarlığı artışı ve zenginleşme sayılmaması gerektiği biçiminde olacaktır.

Şunu önemle vurgulayalım ki, ölüm ve yaralanma nedeniyle açılan tazminat davalarının (rücua tabi indirimler dışında) Sosyal Güvenlik Yasalarıyla ilişkilendirilmesi ve tazminat isteklerinin buna göre değerlendirilmesi, Borçlar Yasası’ndaki özel hükümlere aykırıdır. Olay, iş kazası ve meslek hastalığı olsa dahi, ölümlerin ve bedensel zararların halen yürürlükteki Borçlar Kanunu’nun 45 ve 46’ncı maddelerine (Yeni Borçlar Kanunu’nun 53,54 ve özellikle 55.maddelerine göre) değerlendirilmesi ve hükme bağlanması zorunludur.

2-Yeni Borçlar Yasası’nın 55.maddesiyle haksız uygulamalar son bulacaktır.

Haksız eylem ve hukuka aykırı olaylar sonucu ölüm ve yaralanmalarla ilgili hak arayışlarında (sanki hukuk ve yargı mağdura düşmanmış gibi) pek çok haksızlık yapıldığı ve yapılmakta olduğu içindir ki, bunu yakından bilen tazminat hukukçuları, Borçlar Kanunu Tasarısı’na bir 55.madde ekletmenin savaşını vermişler ve bunu başarmışlardır. Yasa tasarısı TBMM’de kabul edilmiş; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda 55.madde yerini almıştır.

Madde hükmü şöyledir:

Madde:55-Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar ve tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz.

Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda da uygulanır.

3-Maddenin gerekçesi

Önemi nedeniyle 55.mddenin gerekçesini de aynen aşağıya alıyoruz:

Gerekçe : - Tasarının 54 üncü maddesinden sonra gelmek üzere Tasarıya aşağıdaki gerekçelerle yeni bir 55 inci madde eklenmiştir.

Önerge gerekçesi aynen şöyledir:

“Borçlar Kanununda, ölüme ve vücut sakatlığına bağlı zararlar ayrı hükümler hâlinde düzenlenmiştir. Ayrı düzenleme, kodifikasyon tarihi itibariyle bu zararların mahiyetinden, yeni kanunumuz bakımından ise, ek-olarak bu zararların insan hakkı niteliklerinden kaynaklanmaktadır.

“İnsan Zararları” olarak da kavramlaştırılabilecek olan bu zararların hesabında Borçlar Kanunu, özellikle yeni 49-52 madde hükümleri, diğer özel yasalar ve sorumluluk hukuku ilkeleri gözetilecektir. Destekten yoksun kalma ve işgöremezlik tazminatları, bu yönüyle takdir temelinden daha çok, bağımsız bir yapı özelliği kazanmış metrik temele (tazminat metriğine) dayanır (YHGK. 21.3.1990 t, 4-586/199-E/K; YHGK. 21.3.1990 t, 10-688/191-E/K. Any. m.19/ son fıkra,“…tazminat hukukunun genel prensipleri…” ibaresi). Bu zararların belirlenmesinde ortaya çıkan farklı uygulamaları yeknesaklaştırıcı yeni ve özel hükümler öngörülmüştür. Bu hükümlerin sevkinde tazminatın önleyici işlevi, insan hakkı karakteri, zarar vereni ödüllendirme sonucunu doğuracak yöntemlerden kaçınma ve sorumluluk hukukunun diğer ilkeleri esas alınmıştır.

Sosyal güvenlik ödemelerinin, denkleştirme (indirim) işlevi görebilmesi, onun sorumluluğu doğuran olaya sebebiyet verenlere rücu edilebilmesine bağlıdır. Bir kural gereği rücu edilemeyen (emekli sandığı maaşı, malüllük aylığı, ölüm sigortası aylığı) sosyal güvenlik ödemeleri; teknik arıza, tam-kaçınılmazlık hâlindeki ödemeler ve benzeri ödemeler bu tazminatlardan indirilemeyecektir. Aynı şekilde prensip olarak rücu edilebilen sosyal güvenlik ödemelerinden bir kısmı rücu edilemeyen miktar dahi denkleştirilemeyecektir. Zarar görenin kusuruna (müterafik kusura) yansıyan sosyal güvenlik ödemeleri, tahsis tarihinden sonra meydana gelen sosyal güvenlik ödemelerindeki artışlar, kısmi kaçınılmazlık ve teknik arıza hâlindeki ödemeler ve benzerleri rücu edilemediğinden bu miktarlar dahi denkleştirilemeyecektir.

İnsan zararlarına ilişkin tazminat hakkının, rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ve ifa amacını taşımayan diğer edinimlerle bir bağı ve bağlantısı yoktur. Bu nevi ödemelerin denkleştirilmesi, zarar vereni ödüllendirme anlamına gelir. Rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemelerinin, sorumluluk hukuku ile koruma altına alınan tazminatı ikame veya telafi fonksiyonları bulunmamaktadır. Tazminata, rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile yahut ifa amacı taşımayan diğer ödemelerle karşılanmayan zarar biçiminde bir yaklaşım, ne onun kaynağı ile ve ne de onun işlevi ile bağdaşmaz. Bu yönüyle sorumluluk (tazminat) hukuku ile sosyal güvenlik hukuku arasında bir mahiyet farkı bulunmaktadır. Öte yandan rücu edilemeyen sosyal güvenlik hak ve ödemelerinin oluşmasında zarar verenin bir katkısı olmadıktan başka, rücu edilen ödemelere nazaran zarar verenin mükerrer ödemesi de yoktur. Rücu edilememe durumunda denkleştirmenin kurucu unsuru olarak illiyet bağı koşulu da gerçekleşmemektedir.

İfa amacı taşımayan ödemeler, tazminattan indirilemeyecektir. Zarar veren yahut üçüncü kişi tarafından ödeme kastı dışında kalan saiklerle yapılan ödemeler (sözgelimi yardımlar ve benzerleri) denkleştirilemeyecektir.

Zarar görenin mamelekine yukarıda belirtilen türden dâhil olan ödemelere, tazminat hakkını veya destek ilişkisini çökerten bir etki tanınamaz. Tersine bir yaklaşım, sorumluluk hukukunun önleyici (tenkil) karakteri ile de bağdaşmaz. Yasa koyucu bu tercihi ile farklı uygulamaları hak ekseninde bütünleştirmiştir.

Tasarının 49-52 hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanan insan zararı kökenli tazminata, hâkim, genel takdir hakkı (TMK m.4) yahut hakkaniyet (818 sayılı BK m.43) kurallarına dayanarak müdahale edemeyecektir. Tazminat, azlığından bahisle takdiren artırılamayacak, çokluğundan bahisle takdiren indirilemeyecektir. Zarar görenin hafif kusuru ile müzayakaya düşme (yoksullaşma)nin bir arada gerçekleşmiş olması (Tasarının 52/II, 818 sayılı BK m.44) hâli ve Tasarının m.52/I hükmündeki özel hâller ile denkleştirme dışında, uygulamada adlandırıldığı şekliyle “çokluk indirimi/hakkaniyet indirimi yahut azlık artırımı/hakkaniyet artırım“ yolu kapatılmıştır. Yürürlükteki hukuka göre objektif veri ve ölçütler temelinde belirlenen tazminat (hakkı), iktisadi görünümü itibarıyla ayrıca bir mülkiyet hakkı karakterindedir. Bu yönüyle tazminat, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 1 Nolu ek-protokolün 1 inci maddesi kapsamında özel koruma görmektedir (Any.m.90). Yasaya ve hesaplama ilkelerine uygun olarak belirlenen ve denkleştirilen tazminata artırıcı veya azaltıcı yönde bir müdahale, bu hakkın ve nesafet hukukunun mahiyeti ile bağdaşmaz. Tazminatın hesaplama sonunda az veya çok çıkması, yargının yahut yargıcın sorunu değildir. Tazminatın önleyici işlevi, kriterlere ve verilere uygun olarak belirlenen sonuca (miktara), alacaklı ve borçlu dışında bir özne tarafından dokunulmamasına bağlıdır. Bu, hâkim de olsa...

Vücut bütünlüğünün bozulmasına veya ölüme bağlı zararların idarenin sorumluluk sebeplerinden doğmuş olması hâlinde dahi bu Kanun hükümleri uygulanacaktır. Doğrusu, insan zararlarında farklı hukuk düzenlemelerinden bütüncül bir düzenlemeye ve yargı birliğine geçmektir. Teklif, bu amaca yönelik ön-adım niteliğindedir.”

Madde belirtilen gerekçeyle kabul edilmiş ve Tasarının sonraki maddeleri buna göre teselsül ettirilmiştir.

Bu Maddenin birinci fıkrasının son cümlesinde öngörülen artırma veya azaltma yasağı, sorumluluk hukukunun öngördüğü hesaplama yöntemiyle ortaya çıkan miktarla ilgilidir. Başka deyimle yöntemine göre belirlenen tazminatın çok az çıkması hâlinde artırılması, çok yüksek çıkması hâlinde azaltılması, hâkimin bu yolla belirlenen miktara müdahale yetkisinin bulunmadığı vurgulanmaktadır. Bünyevi istidat, kaçınılmazlık, hatır taşıması gibi hesaplama yöntemiyle ilgili bulunmayan nedenler, hakkaniyet hukukunun gerekleri içinde elbette ki birer indirim nedenleridir. Hâkimin, bu hâllerde 818 Sayılı Borçlar Kanunun 43 (Tasarı m.51) ve Türk Medenî Kanununun 4 üncü maddeleri kapsamında takdir hakkı vardır. Düzenleme ile amaçlanan husus, yöntemince belirlenen tazminatın miktarı esas alınarak, azlığı yahut çokluğuna dayalı bir takdir hakkının bulunmadığı hususudur. Önergenin gerekçesinde vurgulandığı üzere yasa, yüksek bir miktar içermesi hâlinde tazminattan indirimi, borçluyu aşırı ekonomik zorluğa düşürmüş olması hâli ile sınırlamıştır. Bu hâlde dahi borçlunun kusurunun hafif olması ve hakkaniyetin indirimi gerekli kılması kurucu unsurdur (818 Sayılı Borçlar Kanunu m.44/II, Tasarı m.52/II). Yoksullaşmaya dayalı indirim kuralının insan zararlarında da (m.55) uygulanacağı tabiidir (m. 52/II).

Bilirkişi raporlarının sorumluluk davalarındaki delil işlevi diğer davalardakinden farklı değildir. Hâkim tazminat hesabında temel alınan varsayımları, yöntemleri ve hesap işlemini denetleyebilir. Ayrıca tazminat hesabına ilişkin bilirkişi raporu, diğer davalarda olduğu gibi sorumluluk davalarında da hâkimi bağlamaz.”

4-Gerekçenin özeti:

Yukardaki gerekçeyi ve 55.maddenin getirdiklerini şöyle bölümlendirebiliriz.

1)Rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri (ölüm dalından bağlanan dul ve yetim aylıkları ile gene ölüm dalından ana ve babaya bağlanan aylıklar, malüllük aylığı, yaşlılık aylığı) tazminatla ilişkilendirilmeyecek ve tazminattan indirilmeyecektir.

2)İş kazası ve meslek hastalığı dalından bağlanan aylıkların rücu edilebilen miktarları tazminattan indirilecek ise de, rücu edilemeyen sonraki gelir artışları tazminattan indirilmeyecektir.

Biraz daha açarsak, kaza ve meslek hastalığı dalından bağlanan gelirlerin ilk peşin değeri için işverene ve ilk peşin değerin yarısı için üçüncü kişiye rücu edilebildiğinden, bunlar hesaplanan tazminattan indirilecek; ancak sonraki gelir artışları indirilmeyecektir.

3)Teknik arıza, kaçınılmazlık ve benzer durumlardaki ödemeler, rücu edilemediğinden, tazminattan indirilmeyecektir.

4)İnsan zararlarına ilişkin tazminat hakkının, sosyal güvenlik ödemeleriyle ve ifa amacını taşımayan diğer edinimlerle bir bağı ve bağlantısı yoktur. Bu nevi ödemelerin denkleştirilmesi, zarar vereni ödüllendirme anlamına gelir. Rücu edilemeyen sosyal güvenlik hak ve ödemelerinin oluşmasında zarar verenin bir katkısı olmadıktan başka, rücu edilen ödemelere nazaran zarar verenin iki kez (mükerrer) ödemesi de yoktur.

5)Zarar görenin malvarlığına eklenen ve haksız eylemin yolaçtığı zararla bir ilişkisi bulunmayan edinimler tazminattan indirilemez.

6)Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamayacak veya azaltılamayacaktır.

7)Ancak, bünyevi istidat, kaçınılmazlık, hatır taşıması gibi hesaplama yöntemiyle ilgili bulunmayan nedenler, hakkaniyet hukukunun gerekleri içinde elbette ki birer indirim nedenleridir. Hâkimin, bu hâllerde 818 Sayılı Borçlar Kanunun 43 (Yeni BK. m.51) ve Türk Medenî Kanununun 4 üncü maddeleri kapsamında takdir hakkı vardır. Ayrıca, yoksullaşmaya dayalı indirim kuralının insan zararlarında da (m.55) uygulanacağı tabiidir. (m. 52/II).

8) Son olarak, tazminat hesabına ilişkin bilirkişi raporu, diğer davalarda olduğu gibi sorumluluk davalarında da hâkimi bağlamaz.

9)Yargıçlar ve Yüksek Yargı, Yeni Borçlar Yasası’nın yürürlüğe girmesini beklemeden, haksız uygulamalara son vermelidirler.

İsterdik ki, daha 5510 sayılı Sosyal Güvenlik Yasası yürürlüğe girmeden önce, 506 sayılı Yasa’nın 26.maddesinin bir cümlesinin Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmesinden hemen sonra, Yüksek Yargı, hüküm tarihine kadar tüm gelir artışlarının tazminattan indirilmesi uygulamasına son vermeliydi. Hele, Kurum’un rücu hakkının 5510 sayılı Yasa ile bir kez daha sınırlandırılıp pekiştirilmesinden sonra, bu yanlış, yasaya aykırı ve haksız uygulamaya büsbütün son verilmeliydi.

Artık, yeni Borçlar Yasası’nın 55.maddesinin yürürlüğe girme zamanı beklenmeyip, tüm gelirlerin indirilmesinden hemen vazgeçilmelidir. Bu yapılmadığı takdirde, bir yıl ara ile aynı haklara sahip kişiler arasında fark yaratılmış olacaktır. Bunun haksız bir sonuç olacağı ortadadır.

II-YENİ T.TİCARET KANUNU’NUN SİGORTA HÜKÜMLERİ

1-Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun, Yeni Borçlar Kanunu 55.maddesine aykırı 1484. maddesi hakkında

Zorunlu sigortalar ticari nitelik taşımayıp, sosyal risk ilkesinin bir gereği ve kamusal nitelikli olmalarına karşın, ne gereği varsa, Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun sigorta hükümleri arasına konulmuş; böylece 2918 sayılı KTK’nun, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun, 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun zorunlu sigortalara ilişkin hükümlerine aykırı bir durum yaratıldığı gibi, söz konusu Yasa’nın 1484.maddesinin 3.fıkrasına konulan bir hükümle Yeni Borçlar Kanunu’nun 55.maddesini (sigorta ödemeleri yönünden) etkisiz kılacak bir durum ortaya çıkmıştır.

Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun 1484.maddesi 3.fıkrası da şöyle:

Madde:1484,fıkra:3-Zarar,sosyal güvenlik kurumları tarafından karşılandığı ölçüde sigortacının sorumluluğu sona erer.” Denilmiştir.

Eğer yasalar yürürlüğe girinceye kadar bu madde değiştirilmezse, şunların olacağını söyleyebiliriz:

a)Sigorta Şirketleri, Yeni Türk Ticaret Kanunu 1484. maddesi 3.fıkrasının, Borçlar Kanunu karşısında daha özel hüküm olduğunu ileri sürerek, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yalnız rücua tabi olanlarını değil, ölüm ve maluliyet dalından bağlanan gelirleri dahi ileri sürerek tazminat ödemelerini reddedeceklerdir.

b) Şimdi dedikleri gibi, “Sosyal Güvenlik Kurumu gelir bağlamıştır, bakım ihtiyacı kalmamıştır” diyerek ve yasa hükmüne dayanarak tazminat ödemelerine büsbütün son vereceklerdir.

c) Böylece, yabancı sigorta şirketleri, Türkiye gibi bir kazanç cennetinde malı alıp götürecekler, olanlar zavallı halkımıza olacaktır. Bunu yasa tasarısını hazırlayanların düşünmemiş olmaları kaygı vericidir.

2-Yeni T.Ticaret Kanunu’ndan “zorunlu sigorta” hükümleri çıkarılmalıdır.

Yukardaki sakıncalı hükmün dışında, zorunlu sigortaların “genel şartları” yeni Ticaret Yasası’nda yer almış gibidir. Oysa sigorta “genel şartları”, genel işlem şartı niteliğindedir ve yasalara aykırı hükümlerinin geçersizliğinin sürekli denetlenmesi gerekir.

Burada da yeni Borçlar Kanunu ile yeni Ticaret Kanunu arasında bir çelişki yaratılmıştır. Hukukumzda önemli bir yenilik olan, çığır açacak nitelikteki yeni Borçlar Kanunu’nun 20-26 maddelerinde yer alan “genel işlem şartları” ile yeni Ticaret Kanunu’nun sigorta hükümleri karşısında etkisiz kalacaktır.

Hele, yeni Ticaret Kanunu’nun “zamanaşımı” ile ilgili 1482. maddesindeki “Sigortacıya yöneltilecek tazminat istemleri, sigorta konusu olaydan itibaren beş yılda zamanaşımına uğrar” hükmünün, 2918 sayılı KTK’nun 109/2.maddesiyle ve 4925 sayılı Karayolu Taşıma Yasası’nın 24/2.maddesiyle nasıl bağdaştırılacağını merak ediyoruz. Bu da bir kargaşa yaratacaktır.

Bütün bu nedenlerle diyoruz ki, yeni Ticaret Yasası yürürlüğe girmeden “zorunlu sigortalarla” ilgili maddeler yasadan çıkarılmalıdır.

 

III- İŞÇİNİN ANA BABASINA YAPILAN HAKSIZLIKLAR

1-Destek tazminatının, Sosyal Güvenlik Yasasıyla ilişkilendirilmesinin yanlışlığı

İş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölen sigortalı işçinin desteğinden yoksun kalan ana ve babasının işverene veya üçüncü kişilere karşı açtıkları maddi tazminat davalarında öyle bir uygulama yapılmaktadır ki, bu uygulama kişileri isyan ettirecek kadar büyük bir haksızlık olarak, nedeni niçini anlaşılmaz bir biçimde sürdürülmektedir. Bu tür davaları incelemekle görevli Yargıtay Özel Dairesi’nin neden bu haksızlığı yaptığını kimse sorgulamamakta; “Yargıtay böyle istiyor” denilerek yerel yargıçlarca ve bilirkişilerce bu haksızlığa ortak olunmaktadır.

Bu yanlış ve haksız uygulama, ölüm ve bedensel zarar davalarının Sosyal Güvenlik Yasalarıyla ilişkilendirilmesi gibi bir yanlışlıktan ve yorum hatalarından kaynaklanmaktadır. Oysa ölüm ve bedensel zararlara uygulanacak yasa hükümleri, Sosyal Güvenlik Yasaları değil, öncelikli olarak Borçlar Yasası’nın ilgili hükümleridir. Bu tür davalarda, Sosyal Güvenlik Yasaları, eğer koşulları varsa yalnızca rücua tabi hükümler yönünden söz konusudur.

2-Yanlış ve haksız uygulamalar

Bakınız, iş kazası sonucu ölen işçinin desteğinden yoksun kalan ana babasına nasıl haksızlık edilmektedir:

a)Haksız uygulama, yukarda belirttiğimiz gibi, destekten yoksunluğun, Borçlar Kanunu 45.maddesine (yeni BK.53.maddesine) göre, bedensel zararların Borçlar Kanunu 46.maddesine (yeni BK. 54.maddesine) göre değerlendirilmesi gerekirken, bu tür olaylara Sosyal Güvenlik Yasalarının gelir bağlama hükümlerinin uygulanacağı yanlışından ve yanılgısından kaynaklanmaktadır.

b)Somut bir anlatımla, ana veya baba sigorta emeklisi iseler yada sigortalı işçi iseler, Sosyal Güvenlik Yasalarına göre ölen oğullarından dolayı gelir bağlanmamaktadır. Buna bir diyeceğimiz yoktur. Bu, siyasal erkin ya da yönetimin sosyal güvence anlayışıdır.

c)Ancak, Sosyal Güvenlik Yasalarına göre gelir bağlanmayan ana babanın, bu haktan yoksunluklarının, destekten yoksun kalma tazminatı isteme haklarını da ortadan kaldırmasının mantıklı bir açıklamasını bulamıyoruz.

d)Ayrıca, oğulları veya kendileri sigortalı olmayan (özellikle varlıklı) kişiler, iş kazasıyla ilgisi bulunmayan herhangi bir haksız eylem sonucu ölen oğullarından dolayı destekten yoksun kalma tazminatı alabilirler iken, çalışmak zorunda olan veya sigortadan pek az bir emekli aylığı alan yoksul kişilerin, sigortalı bir işte çalışan oğullarının iş kazasında ölümü nedeniyle destek tazminatı alamamaları, Anayasa’nın eşitlik ilkelerine ve insan haklarına aykırı değil midir ?

e)Haksızlığın daha iyi anlaşılması için uygulamadan örnekler verelim:

Birinci örnek: İş kazasında ölen işçinin babası sigorta emeklisi olduğu için, 5510 sayılı Yasa’nın 34/d maddesine (eski 506 sayılı Yasa’nın 24.maddesine) göre ölen oğlundan dolayı gelir bağlanmadığından, Yargıtay Özel Dairesi, destek tazminatı da isteyemeyeceği biçiminde kararlar vermekte; böylece Borçlar Kanunu’nun 45/2.maddesinin tanıdığı bu hak yanlış ve haksız bir uygulamayla ortadan kaldırılmaktadır.

İkinci örnek: Anne ve baba sigortalı bir işte çalışıyorlarsa, oğullarından gelir bağlanmamaktadır. Buna bir diyeceğimiz yoktur. Ama bu kişilerin, zarar sorumlularından (işverenden veya üçüncü kişiden) destek tazminatı isteyememelerinin, bu nedenle açtıkları davanın “sigortalı bir işte çalışmakta oldukları” gerekçesiyle reddedilmesinin mantıklı bir açıklamasını bulamıyoruz.

Özel Dairenin bu haksız uygulamasına karşılık, Yargıtay’ın öteki dairelerinin ve Hukuk Genel Kurulu’nun kararlarında “Ana ve babanın varlıklı olmaları çocuklarının desteğine ihtiyaç duymadıkları veya ileride duymayacakları sonucunu doğurmaz. Davacıların çocuklarının ölümüyle destekten yoksun kaldıklarının kabulü gerekir” (4.HD.29.11.2007, 13191-15103 sayılı, HGK. 12. 12. 1989, E.1989/11-1233-K.1989/2757 sayılı,4.HD.01.04.2003,E. 2002 /13497-K.2003/3904 sayılı ve aynı biçimde pek çok kararları) denilmesine göre, iş kazalarını inceleyen Özel Daire’nin yerleşik içtihada aykırı kararlar vermesinin, (bu haksız ve acımasız uygulamanın) bugüne kadar neden önünün alınmadığını, neden içtihat birliği için girişimde bulunulmadığını sorgulamak zorundayız.

Üçüncü örnek: İşverene karşı açılan tazminat davasının devamı sırasında, aile yoksul olduğu için temizlik işlerine giden anneyi çalıştıran kişi iyilik olsun diye sigortalı yapmış; bunun üzerine Kurum, ölen oğlundan anneye bağlanan geliri kesmiştir. Diyoruz ya buna bir diyeceğimiz yok. Çünkü, eğer anne işten çıkarılırsa bu gelir gene bağlanacaktır. Bu Sosyal Güvenlik Yasasındaki hükümlerin bir gereğidir. Peki ama, Özel Daire’nin destek tazminatının “annenin sigortalı işe girdiği tarihe kadar hesaplanacağı” görüşüyle yerel mahkeme kararını bozmasına ne diyeceğiz ? Anne bir süre sonra işten çıkarılırsa ya da işyeri kapanırsa ne olacak, destek tazminatı isteme hakkı geri gelecek mi ? Hem zarar sorumluları neden tazminat ödemekten kurtarılmaktadırlar ? Bu ne biçim hukuk anlayışıdır ?

Dördüncü örnek: Varlıklı bir ailenin serbest meslek sahibi oğulları trafik kazasında ölmüştür. Olay bir iş kazası değildir. Bu yüzden anne ve babaya Sosyal Güvenlik Kurumu gelir bağlamamıştır. Üstelik, ölen genç Ferdi Kaza Sigortası ve Hayat Sigortası yaptırdığı için haaksahipleri sigortadan da para almışlardır. İşte bu koşullar altında anne ve baba dava açmışlarsa, ölen oğullarının kazancı da yüksek olduğu için, oldukça yüklü miktarlarda destek tazminatına hükmedilecektir.

Şimdi bu örneği tersine çevirelim: Oğul sigortalı işçidir ve iş kazasında ölmüştür. Baba sigorta emeklisidir. Anne de sigortalı bir işte çalışmaktadır. Sonuç: Bu kişiler, (işveren veya üçüncü kişi yüzde yüz kusurlu olsalar bile) destek tazminatı alamayacaklardır. Bu kadarı da olmaz demelisiniz. Yüksek sesle yargının yanlış yaptığını söylemelisiniz.

3-Yanlış ve haksız uygulamalara ilişkin Özel Daire kararları

Yapılan haksızlığa ilişkin Özel Daire kararlarından örnekler verelim:

Dava, davacıların sigortalı iken iş kazası sonucu ölen oğullarından dolayı tazminat istemine ilişkindir. Davanın niteliği göz önünde tutularak öncelikle Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından gelir bağlanıp bağlanmayacağı kesin olarak saptanmalı; hak sahiplerine gelir bağlanması halinde, destekten yoksun kalma tazminatı isteme haklarının bulunduğu; aksi halde bu nitelikte bir haklarının olamayacağı kabul olunmalıdır.

21.HD.12.02.2009, E.2008/8348 - K.2009/1968

Davacı babanın emekli aylığı alması nedeniyle destekten yoksun kalmasına ilişkin talebin reddi doğrudur.

21.HD.23.03.2006, E.2006/105 - K.2006/2694

Sigortalının ölümü halinde annesine gelir bağlanabilmesi için, annesinin sosyal güvenlik kurumlarından birine tabi çalışmasının olmaması veya buralardan her ne ad altında olursa olsun gelir ya da aylık almaması gerekir. Somut olayda, davacı anneye emekli maaşı aldığından bahisle kurumca gelir bağlanmadığı dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca da davacı annenin maddi tazminata hak kazanamayacağı gözardı edilerek maddi tazminata yönelik davanın reddi yerine yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.

21.HD.09.11.2004, E.2004/8605 - K.2004/9466

Hak sahibi olan ana ve babanın SSK'ya aylık bağlanması için başvurup başvurmadıkları araştırılmalı, başvurmamış iseler başvuruları sağlanmalı, gerekirse 506 sayılı yasanın 69. maddesi çerçevesinde davacı ana ve babaya sosyal Sigortalar Kurumu'na dava açmaları için süre verilmelidir. Somut olayda, hak sahibi ana ve baba yönünden yukarıda açıklanan doğrultuda inceleme ve araştırma yapılmadan hüküm kurulması hatalıdır.

21.HD.10.10.2005, E.2005/8163 K.2005/9062

506 Sayılı Yasanın 24. maddenin öngördüğü koşulların oluşmadığının saptanması durumunda; hak sahibine gelir bağlanmayacağı, giderek hak sahibinin, destekten yoksun kalma tazminat isteme hakkına sahip olmayacağı açık-seçiktir. Somut olayda, hak sahibi anne ve baba yönünden açıklanan doğrultuda, inceleme ve araştırma yapılması gerekir.

21.HD.06.11.2003, E.2003/8772 K.2003/9009

 

4-Bir karşıoy yazısı

Özel Daire’nin kararlarından biri, Hukuk Genel Kurulu’na gitmiş; (ne yazık ki) Kurula katılanların (iki duyarlı üye dışında) çoğunluğu konunun farkında olmamışlar; böylece HGK 06.10.2004 gün E.2004/21-445 K.2004/487 sayılı kararıyla Özel Daire kararı yerinde bulunmuştur..

Bu karara karşı çıkan iki üyenin “karşıoy” yazıları şöyledir:

“Dava, iş kazası nedeniyle ölen işçinin anne ve babasının, işveren ve olay nedeniyle sorumlu olan kişiler aleyhine açtıkları destekten yoksun kalma ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, maddi tazminat isteminin ölen işçinin anne ve babası olan davacılar bakımından sözü geçen davacıların SSK yönünden hak sahibi olmamaları nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Yüksek Özel Daire bozma kararında aynen "Davanın niteliği gözönünde tutularak öncelikle hak sahiplerine SSK tarafından iş kazası nedeniyle gelir bağlayıp bağlanmadığının araştırılması, gelir bağlanmış ise bildirilen miktarın tazminattan düşülmesi, gelir bağlanmamış ise bu yön hak sahibinin tazminat hakkını doğrudan etkileyeceğinden hak sahibine gelir bağlanması için SSK.na başvurması, giderek SSK. aleyhine dava açması için önel verilmesinde ve verilen önelin sonucuna göre karar verilmesinde yasal zorunluluk olduğu açıktır. Başka bir anlatımla hak sahibi tarafından kurum aleyhine açılan davada 506 sayılı Yasa'nın 24 ncü maddenin öngördüğü koşulları oluşmadığının saptanması durumunda, hak sahibine gelir bağlanmayacağı giderek hak sahibini, destekten yoksun kalma tazminat isteme hakkına sahip olmayacağı açık seçiktir. Somut olayda, hak sahibi anne ve baba yönünden yukarıda açıklanan doğrultuda inceleme ve araştırma yapılmadığı ortadadır." gerekçesiyle hükmü bozmuştur.

Bu ifadeden anlaşılacağı gibi, hem yerel mahkeme hem de Yüksek Özel Daire iş kazası nedeniyle işveren ve diğer sorumlulardan maddi tazminat istenebilmesi için 506 sayılı Yasa'nın 24 ncü maddesindeki koşulların oluşması gerektiğini kabul etmişlerdir.

Her ne kadar hükmedilmesi gereken destekten yoksun kalma tazminatından mahsup yapılacak tutarın tespiti bakımından, SSK tarafından bağlanacak gelir yönünden bir belirleme yapılması gerektiğinden, kararı davacı hak sahibinin gelir bağlanması için SSK.na başvurması veya dava açması için önel verilmesi ile ilgili bozma gerekçesi yerinde ise de, işverenin gözetme borcuna aykırı davranması sonucunda iş kazasına uğrayan veya meslek hastalığına tutulan işçinin ölümü halinde desteğinden yoksun kalanların BK.nun 45 ve genel hükümlere göre tazminat talebinde bulunulabileceği, bu konu uygulama ve doktrinde de böyle kabul edildiğinden (Bkz.Prof.Dr.Sarper Süzek, İş Hukuku, İst. Eylül-2002 ) destekten yoksun kalma tazminatına hak kazanılabilmesi için 506 sayılı SSK.nun 24 ncü maddesinde öngörülen koşulların oluşması gereğine değinen Özel Daire bozma ilamı gerekçesi ve aynı yoldaki sayın genel kurul çoğunluğunun görüşüne katılmıyoruz. (Işıl Ulaş (11.HD.Başkanı), Ahmet Özgan (11.HD.Üyesi)

 

5-Ana babanın destek tazminatına ilişkin Yerleşik ve doğru kararlar

İş kazası ve meslek hastalıklarını inceleyen Özel Daire’nin yukarda açıklanan yanlış kararlarına karşılık, Yargıtay’ın yerleşik kararlarına göre:

a)Ana babanın varlıklı olmaları ve gelirlerinin pek fazla olması, ölen çocuklarından destek tazminatı istemelerine engel değildir.

b)Gelecekleri, müesseselerce (Sosyal Güvenlik Kurumlarınca) garanti altına alınmış olsa bile, bir gün zarurete düşüp düşmeyecekleri, çocuklarına muhtaç olmayacakları önceden kestirilemez.

c)Normal geçimini sağlayan bir kimsenin bir yakınını kaybetmesinden doğan destekten yoksun kalma tazminatı isteyemeyeceğinin kabulü, Borçlar Kanunu’nun 45 inci maddesi 2 inci fıkrası hükmünün amacına aykırı düşer.

d)Destekten yoksun kalma yalnız parasal yardım olarak düşünülemez. Evladın bayram günlerinde anne ve babaya ziyareti ve evde ailesine yardımcı olması, her türlü hastalık ve sair sıkıntılarında yardıma koşma görevi maddi desteğin kapsamında değerlendirilmelidir. Bu durumda anılan davacıların destekten yoksun kalmadıklarından bahisle tazminat isteminin reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Yukarda genel ilkelerini özetlediğimiz kararlardan örnekler aşağıdadır.

Ana babanın parasal durumları iyi olsa bile, ilerde birgün yardıma muhtaç olmayacaklarını önceden kestirmek olanaksız bulunmasına göre, ana ve baba için ölen çocukları bakımından destekten yoksun kalma tazminatına karar vermek gerekir.

Davacılar, trafik kazasında ölen oğullarının farazi desteğinden yoksun kaldıklarından bahisle, BK’nun 45/2 maddesi uyarınca maddi tazminat isteminde bulunmuşlardır. Mahkemece, anne ve babanın maddi durumlarının iyi olması nedeniyle ölen çocuklarının desteğine muhtaç olmayacakları düşüncesiyle bu istek reddedilmiştir. Ancak, destekten yoksun kalma nedeniyle tazminat isteyen anne ve babanın maddi durumları ne derece iyi olursa olsun, bir gün zarurete düşmeyeceklerini ve ölnin yardımına muhtaç olmayacaklarını önceden kestirmek ve bu konuda kesin yargıya varmak mümkün değildir. Ölenin farazi desteğinden yoksun kaldıklarını iddia eden davacıların, ilerde ölenin maddi desteğine muhtaç olabileceklerinin kabulü hayatın olağan akışına, Türk örf, âdet ve geleneklerine uygun düştüğünün kabulü gerekir. Nitekim, bilirkişi de bu olguları düşünerek farazi destekliğin ne miktar olabileceğinin hesaplamasını yapmıştır.

O halde, mahkemenin yukarıda açıklanan ilkeleri gözönünde tutarak, da¬vacıların farazi destek isteklerinin, bilirkişi raporunda hesap edildiği miktarda ve HUMK. nun 74 üncü maddesi gözönünde tutularak hüküm altına alınması ge¬rekirken, aksine düşüncelerle yazılı biçimde karar oluşturulması usul ve yasaya aykırıdır.

19.HD.22.12.1995, E. 7680 - K.11614)

Ölenin yakınlarının varlıklı kimseler olmaları, destekten yok¬sun kalma tazminatı istemelerine engel değildir.

Davacıların maddi durumlarının ve gelirlerinin pek fazla ve yeterli dere¬cede bulunması ve ölenin gelir ve yardımına muhtaç olmamaları, destekten yoksun kalma tazminatı istemelerine engel değildir. Nitekim destekten yoksun kalma, yalnız parasal yardım olarak düşünülemez. Evladın evde ailesine yar¬dımcı olması, her türlü hastalık ve sıkıntılarında yardıma koşması maddi deste¬ğin kapsamında kabul edilmelidir.

19.HD.06.10.1992, 2629-4737 (YKD.1993/2-249)

Ana baba, ihtiyaçları olmasa dahi destek tazminatı isteyebilirler.

Ana ve babanın ihtiyaçları olmasa dahi, evladın onlara yardım etmesi, yaşamın alışılmış gereklerine göre doğal ve ahlaki bir ödevdir. Bu yardımın mutlaka geçimlerini sağlamaya yönelik olması da gerekmez. Yoksun kalınan yardım miktarının belirlenmesinde, davacıların yalnız içinde bulundukları hayat standardına göre değil, yardım yapacak olanın kazancının artması ve ödeme olanağının fazlalaşması unsurları da dikkate alınmalıdır.

11.HD.18.05.1974, 1820-1686 (YKD.1975/12-53)

Destekten yoksun kalma tazminatına hükmedebilmek için, davacının yardıma muhtaç durumda olması şart değildir.

Zengin bir kimseye, örneğin, oğlunun belli zamanlarda verdiği veya ilerde vermesi olası yardımlardan, hatta olağan hediyelerden yoksun kalması dahi bir zarar oluşturur. Geçim sıkıntısı olmayan bir kimsenin, bir yakınını kaybetmesinden dolayı des¬tekten yoksun kalma tazminatı isteyemeyeceğinin kabulü, Borçlar Kanunu’nun 45’inci maddesi 2’nci fıkrası hükmünün amacına aykırı düşer.11.HD.06.12.1974, 3301-3477(YKD.1976/3-346)

Ana babanın maddi durumları iyi olsa bile,ilerde çocuklarının maddi desteğine muhtaç olabileceklerinin kabulü, hayatın olağan akışına uygun olur.

Ana ve babanın çocukları kaç tane olursa olsun, maddi durumları ne derecede bulunursa bulunsun, hatta gelecekleri, müesseselerce garanti altına alınmış bile olsa, bir gün zarurete düşüp düşmeyecekleri,çocuklarına muhtaç olmayacakları önceden kestirilemez. Fakat onların ileride çocuklarının maddi desteğine muhtaç olabileceklerinin kabulü, hayatın olağan akışına uygun olur. O halde küçük yaşta ölen çocuk dahi, ana - babasının farazi (varsayım) bir desteği olarak kabul edilmelidir.

HGK.17.10.1973, 899 -798

Anne ve babanın varlıklı olmaları destek tazminatı istemelerine engel değildir.

Destekten yoksun kalma yalnız parasal yardım olarak düşünülemez. Evlâdın evde ailesine yardımcı olması, her türlü hastalık ve sair sıkıntılarında yardıma koşması maddi desteklik kapsamında değerlendirilmelidir

Anne ve babanın maddi durumlarının iyi ve gelirlerinin fazla olması ve ölenin gelir ve yardımına muhtaç olmamaları anılan davacıların destekten yoksun kalma tazminatı talep etmelerine engel değildir. Nitekim destekten yoksun kalma yalnız parasal yardım olarak düşünülemez. Evladın bayram günlerinde anne ve babaya ziyareti ve evde ailesine yardımcı olması, her türlü hastalık ve sair sıkıntılarında yardıma koşma görevi maddi desteğin kapsamında değerlendirilmelidir. Bu durumda anılan davacıların destekten yoksun kalmadıklarından bahisle tazminat talebinin reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.

11.HD.11.10.2005, E.2004/10735 – K.2005/9566)

Anne ve babanın varlıklı olmaları çocukların desteğine ihtiyaç duymadıkları veya ileride duymayacakları sonucunu da doğurmaz. Davacıların çocuklarının ölümüyle destekten yoksun kaldıklarının kabulü gerekir.

Davacılar çocukları Şebnem'in ölümü nedeniyle destek tazminatı da istemişlerdir. Genel yaşam deneyimleri ve hayatın olağan akışı yetişkin bir insanın anne ve babasına her halükarda ve belirli bir düzeyde destek olacağını gösterir. Bu desteğin miktarı tarafların yaşam düzeyi, sağlık, sosyal ve ekonomik durumları ile orantılı olarak değişebilirse de çocuğun hiç destek olmayacağı kabul edilemez. Zira destek mutlaka para veya maddi katkı şeklinde olmayabilir. Bunun dışında çeşitli hizmet ve yardımlarla da destek olunabilir. Anne ve babanın varlıklı olmaları çocukların desteğine ihtiyaç duymadıkları veya ileride duymayacakları sonucunu da doğurmaz. Davacıların çocukları Şebnem'in ölümüyle destekten yoksun kaldıklarının kabulü gerekir.

4.HD.01.04.2003, E.2002/13497 - K.2003/3904

Anne ve babanın varlıklı olmaları çocukların desteğine ihtiyaç duymadıkları veya ileride duymayacakları sonucunu da doğurmaz.

Desteklik mutlaka para veya maddi katkı şeklinde olmaz. Yardım ve hizmet ederek de destek olunabilir.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan desteğin ölümü nedeniyle tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece istem kısmen kabul edilmiş; karar tarafların temyizi üzerine dairece onanmıştır. Bu defa, davacıların ve davalıların karar düzeltme istemleri üzerine dosya yeniden incelenmiştir.

Davacı, ölenin babası olarak, desteği oğlunun ölümünden dolayı destekten yoksun kalma tazminatı istemiştir. Mahkemece, davacı babanın çalışıp gelir elde ettiğinden dolayı destekten yoksun kalma tazminatı istemi reddedilmiştir. Ölen, olay tarihinde 17 yaşındadır. Genel yaşam deneyimleri ve hayatın olağan akışı, yetişkin bir insanın anne ve babasına her halükarda ve belirli bir düzeyde destek olacağını gösterir. Bu desteğin miktarı, tarafların yaşam düzeyi, sağlık, sosyal ve ekonomik durumları ile orantılı olarak miktar bakımından değişebilirse de çocuğun hiç destek olamayacağı kabul edilemez. Zira, destek mutlaka para veya maddi katkı şeklinde olmayabilir. Bunun dışında çeşitli hizmet ve yardımlar ile de destek olunabilir. Anne ve babanın varlıklı olmaları çocukların desteğine ihtiyaç duymadıkları veya ileride duymayacakları sonucunu da doğurmaz. Tüm bu nedenlerle, davacı baba çalışıp gelir elde ediyor olsa bile destek tazminatı verilmesi gerekir. Mahkemenin bu yönü gözetmemesi kararın davacı yararına bozulmasını gerektirirse de, karar onanmış bulunduğundan davacının karar düzeltme istemi HUMK'nın 440-442. maddeleri uyarınca kabul edilmeli, onama kararı kaldırılmalı ve karar gösterilen nedenlerle bozulmalıdır.

4.HD.29.11.2007, E.2007/13191 - K.2007/15103

Davacıların zengin olmaları, ilerde bakıma muhtaç duruma düşmeyeceklerinin kanıtı olamaz.

Destekten yoksun kalma nedeniyle tazminat isteyenlerin maddi durumları ne derece iyi durumda bulunursa bulunsun, bir gün zarurete düşüp düşmeyeceklerini ve ölenin yardımına muhtaç olup olmayacaklarını önceden kestirmek ve bu konuda kesin yargıya varmak mümkün değildir. Destekten yoksun kaldıklarını iddia edenlerin ileride ölenin maddi desteğine muhtaç olabileceklerinin kabulü hayatın olağan akışına uygun düşer.

HGK.12.12.1989, E.1989/11-1233 - K.1989/2757

Ana ve babanın çocukları kaç tane olursa olsun, maddi durumları ne derecede bulunursa bulunsun, hatta gelecekleri, müesseselerce (sosyal güvenlik kurumlarınca) garanti altına alınmış bile, bir gün zarurete düşüp düşmeyecekleri, çocuklarına muhtaç olmayacakları önceden kestirilemez.

Ölüm meydana gelmese idi, yakın veya uzak bir süre içinde ölenin yardımından faydalanması kuvvetle muhtemel bulunan kimselerin de maddi tazminat isteyebileceğini kabul etmek gerekir.

Desteğin, sahip bulunduğu veya sahip olacağı mali imkanlarıyla, destekten yoksun kalana sağlığında temin ettiği veya edeceği; farazi desteğin ise gelecekte sağlayabileceği yardımlar göz önünde bulundurulmalıdır. Zararı oluşturan bu yardımların tespitinde, belli zamanlarda verilen veya ilerde verilmesi muhakkak olan mutat hediyeleri ve "hizmet" şeklinde yapılan yardımları da dikkate almak lazımdır. Desteğin yardımının yalnız parasal nitelikte bulunmasında zorunluk yoktur. Çünkü, ölenin hizmet edebilme güç ve kabiliyeti de para ile ifadesi mümkün olan bir mali imkan teşkil eder.

Ana ve babanın çocukları kaç tane olursa olsun, maddi durumları ne derecede bulunursa bulunsun, hatta gelecekleri, müesseselerce (sosyal güvenlik kurumlarınca) garanti altına alınmış bile, bir gün zarurete düşüp düşmeyecekleri, çocuklarına muhtaç olmayacakları önceden kestirilemez. Fakat onların ileride çocuklarının maddi desteğine muhtaç olabileceklerinin kabulü, hayatın olağan akışına uygun düşer.(HGK..17.10.1973 gün, E.899)

Babanın yaşlılığında sanatını icra edememesi halinde ve ev kadını olan annenin de kocasının ölümünden sonra zarurete düşebilecekleri ihtimali, çocukların ana ve babalarına yardım hususundaki Türk örf ve gelenekleri de dikkate alınmadan istemin bütünüyle reddine karar verilmiş olmasında isabet bulunmamaktadır.

4.HD.20.03.1986, E.1986/1585-K.1986/2553

 

6- İşçinin ana ve babasının tazminat hakları için yapılması gerekenler

Yukardan beri yaptığımız açıklamalarla, somut örneklerle, yasalardaki hükümlerle ve Yargıtay’ın olumlu kararlarıyla haksız ve yanlış uygulamayı göstermeye çalıştık. Bütün bunlardan sonuçlar çıkararak, iş kazasında ölen sigortalı işçinin desteğinden yoksun kalan ana ve babasının açtıkları maddi tazminat davasının nasıl hükme bağlanması gerektiğine ilişkin ilkeleri ortaya koyalım:

a)Destekten yoksun kalma tazminatı Borçlar Kanunu’nda yer almış olup, bunun Sosyal Güvenlik Yasalarıyla ilişkilendirilmesi yanlıştır. Kurum tarafından ana babaya gelir bağlanmamış olması, destek tazminatı isteğinin reddini gerektirmemeli; bu uygulama, zarar sorumlularını tazminat ödemekten kurtarma sonucunu doğurmamalıdır.

b)Ana ve baba sigortalı bir işte çalışıyor olsalar veya sigorta emeklisi bulunsalar dahi, onlara yasadaki hükümler yüzünden gelir bağlanmamış olması, oğullarının ölümü nedeniyle destek tazminatı isteme hakkını ortadan kaldıramaz, kaldırmamalıdır. Böyle bir uygulama, Borçlar Kanunu’ndaki haksız eylem sorumlularından tazminat isteme hakkına, Anayasa’nın eşitlik ilkesine ve insan haklarına aykırıdır.

c)Nasıl ki, iş kazası sayılmayan herhangi bir haksız eylem sonucu ölen serbest meslek sahibi kişinin varlıklı ana ve babası destek tazminatı alabiliyorlarsa, aynı haklara sahip olan, olması gereken sigortalı işçinin yoksul ana ve babası da yanlış, acımasız, akıl ve mantık dışı, tümüyle hukuka aykırı uygulamalarla bu haktan yoksun bırakılmamalıdır.

d)Yeni Borçlar Yasası’nın bir yıl sonra yürürlüğe girmesi beklenmeden, yeni yasanın 55.maddesine aykırı olan 5510 sayılı Yasa’nın 34/d maddesi değiştirilmeli veya maddeye açıklık getirilerek, gelir bağlama hükümlerinin destek tazminatı istemiyle bir ilişkisi bulunmadığı yönünde açıklama konulmalıdır.

e)Gene yeni Borçlar Kanunu’nun 55.maddesi ile halen yürürlükteki 45 ve 46 maddelere (yeni yasadaki 53 ve 54 maddelere) aykırı olan yeni Türk Ticaret Kanunu’ndaki “zorunlu sigortalarla” ilgili hükümler yasadan çıkarılmalı: özellikle yeni yasanın 1484.maddesi, yasa yürürlüğe girmeden, tümüyle iptal edilmelidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Copyright © 2009 - 2022 TazminatHukuku.com - Çelik Ahmet Çelik - Araştırma ve İnceleme , Her hakkı saklıdır. : Site Kullanım Şartları : Güvenlik ve Gizlilik Politikası