





1922 TARİHLİ BİR TIBBİ HATA KARARI
AV.HALİDE SAVAŞ (*)
Belli konularda spesifik olarak çalışan kişiler, ilgilendikleri alanların tarihini merak ederler. Ben de, avukatlık mesleğine ve yüksek lisans eğitimime başladığım yıllardan beri tıbbi sorumluluk konusu ile ilgilendiğimden, bu alanın geçmişini araştırmaktayım. Tıbbi Hata davaları ve tıbbi sorumluluklarla ilgili olarak ulaşabildiğimiz kaynaklar arasında, en eski tarihli olanı; Ord. Profesör Mustafa Reşit Belgesay hocamızın, “TIBBİ MESULİYET ESASLAR – TİPİK VAKIALAR” isimli eseridir. Eser 1954 yılında, İstanbul Üniversitesi Yayınları tarafından basılı hale getirilmiştir.
Bu kitabı, bir roman misali elimden düşürmeden okuduğumu belirtmeliyim. Hocamızın o tarihteki hukuk teorisini pratikle birleştirerek yazmış olduğu bu eser, sağlık hukuku alanında çalışanların ve bu konularla ilgilenenlerin mutlaka okuması gereken bir eserdir kanısındayım.
İnceleyecek olduğumuz 29 Ekim 1922 tarihli karara geçmeden önce kitabın önsözünden sözetmek istiyorum.
Önsözde hocamız, 1952-1953 yıllarında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi doktora ihtisas kurlarında, “Tıbbi Mesuliyet” konusunu işlediklerini; bu kitapta da, bu kurlarda incelenen konuları, İsviçre ve Fransız mahkeme içtihatlarından alınmış örnek olaylarla (yaklaşık 40 adet) canlandırmaya çalıştıklarını belirtmiştir. Önsözün devamını, “Fransız ve İsviçre mahkemeleri tıbbi sorumlulukları, hukuki kural ve prensipleri, hastaların menfaatlerini ve doktorluk mesleğinin gereklerini göz önünde tutmak suretiyle işleyerek düzenlemeye çalışmaktadırlar. Her iki memleket mahkemeleri aynı hukuki prensipleri uyguladıkları için, hekim mesuliyetinde de aynı kuralları kabul etmektedirler. Türkiye’de yürürlükte olan hukuk prensipleri de İsviçre ve Fransa’da yürüyen prensiplerin aynı olduğu için, o memleket mahkemelerinin konuya dair doğru veya yanlış içtihatları Türkiye’de de doğru veya yanlıştır.” şeklinde sürdürmüştür.
Aşağıda, Fransa’da yaşanan bir tıbbi müdahale hatasını, bu hatanın mahkemeye götürülmesi ile gelişen yargılama seyrini ve sonucunu Tıbbi Mesuliyet kitabının 180. sayfasından aynen aktarıyoruz:
Sein Mahkemesi 29 Ekim 1922, S.1914 II,153
“Hasta soğuk apandisit ameliyatı yapılmak için uyutularak ameliyat masasına yatırıldı.Ameliyat nahiyesi evvela sabunla yıkandı, sonra eterle ve ispirto ile silindi.Operatör aseptik bir pamukla eter ve ispirtoyu kuruladıktan sonra birden göbek hizasında bir akne buton gördü. Bunu, ameliyattan sonra bir enfeksiyon sebebi olabileceğini düşünerek termokoterle yakmak istedi.Termokoteri hastanın vücuduna yaklaştırınca iyi kurutulmamış alkol alev alarak vücudun geniş bir sahasını yaktı.
Operatöre göre, hastanın vücudunda alkol kalması fena teşekkülden ileri gelmektedir. Hastanın gençliğinde geçirdiği bir kaza sebebiyle karnının bir noktasında toplanan deri arasında kalan alkolün akarak hastanın arkasındaki çamaşırı ıslatması, gençken kalçasında aldığı koksalji sebebiyle kamburluğu masaya düz yatmasına mani olması alkolün iyi kurutulamamasının sebebidir.
Hasta bu yanık neticesi 6 ay hastanede yatmaya mecbur kaldı, müthiş sancılarla kıvrandı.Bir yıl kadar mutad faaliyetini yapamadı.Üç sene sonra o, dört yıllık gündeliği olan 15 bin frank tazminat dava etti.
Mahkeme şu aşağıdaki sebeplerle davayı kabul etti:
Eksper tayin edilen profesörler, operatörün mesuliyetini icap ettiren mesleki bir kusuru bulunmadığına rapor vermişlerdi. Eksperlere göre, operatör ameliyat nahiyesini tam aseptik hale getirmek için eter ve alkol ile iyice ve mutat usullerle temizlenmiş ve kuru pamukla silinmiş olduğundan zarar, operatörün kusurundan değil, hastanın vücudundaki hususi teşekkülattan ileri gelmektedir.
Mahkeme, bu eksperlerin mütalası hilafına operatörü, hastanın hususi vaziyetini gördüğü için, alkol ve eter vücutta kalmadığına emin olduktan sonra termokoteri yaklaştırmak gerekmesi itibarile yanıktan mesul tuttu.”
Kitabın 1950’lerdeki dille yazılmış havasını bozmak istemediğimden, aralarda açıklama yapmak istemedim. Olayı ve kararı kısaca özetleyerek kendi görüşümü belirtmek istiyorum.
Olayda hasta, apandisit ameliyatı için ameliyat masasına yatırılmış ve hastaya anestezi uygulanmıştır. Apandiskin bulunduğu ameliyat bölgesi o tarihteki tıp bilim ve tekniğine uygun olarak evvela sabunla yıkanmış, sonra eterle ve ispirto ile silinmiştir. Operatör aseptik bir pamukla, fazla olan eter ve ispirtoyu kurulamıştır. Bu sırada birden göbek hizasında bir akne görmüştür. Bu aknenin ameliyattan sonra, bir enfeksiyon sebebi olabileceğini düşünerek akneyi koterle yakmak istemiştir. Operatör, termokoteri hastanın vücuduna yaklaştırınca, iyi kurutulmamış alkol alev almış ve hastanın vücudunun büyük bir bölümü yanmıştır.
Bu olay mahkemeye yansıtılmıştır. Davalı konumunda olan doktor savunmasında; hastanın vücudundaki (önceden geçirdiği kaza ve hastalıklar sebebiyle oluşmuş olan) deri toplanması, kamburluk gibi şekil bozuklukları yüzünden alkolün iyice kurutulamadığını, yanma olayının hastanın vücudundaki şekil bozukluğundan kaynaklandığını, kusurunun bulunmadığını ileri sürmüştür.
Hasta bu yanıklar sonucunda uzun süre sancılı bir tedevi görmüş, işine gidememiş ve olaydan dört yıl sonra 15.000 franklık tazminat davası açmıştır. Davanın esası vekalet sözleşmesine dayandığından, 5 yıllık zamanaşımı süresi geçmeden açılması hukuka uygundur.
Mahkemenin tayin ettiği bilirkişi doktorlar cerrahın, sorumluluk gerektiren mesleki bir kusuru bulunmadığına karar vermişlerdir. Bilirkişilere göre zarar, cerrahın kusurundan değil, hastanın kendi özel vücut şeklinden kaynaklanmaktadır.
Mahkeme, bilirkişi raporuna zıt bir şekilde cerrahı kusurlu bulmuştur. Cerrah doktorun, hastanın özel durumunu, vücudundaki şekil bozukluklarını gördüğü için, alkol ve eterin vücutta kalmadığına emin olduktan sonra termokoteri yaklaştırması gerekirdi, diyerek; cerrahı yanıktan sorumlu kabul etmiştir.
Kanımca, bu davada yapılabilecek en iyi savunma doktorun yaptığı savunmadır. Başka bir savunma sebebi mümkün görülmemektedir. Bazen, hastanın bünyesinden kaynaklanan özellikli durumların etkisi ile oluşan zararlarda, doktor bu özel durumu bilebilecek ya da sorup öğrenebilecek durumda değilse sorumlu kabul edilmeyebilir. Ancak bu durumda sorumluluk doğmaması için doktorun, hastanın öyküsünü, anamnezi iyi almış olması, hastanın sağlık geçmişini öğrenmesi; bu konuda atladığı, gözden kaçırdığı hususların bulunmaması gerekmektedir.
Olayımızda, hastanın, vücut dış yüzeyindeki gözle görülebilir şekil bozukluğu doktor tarafından tespit edilip değerlendirilmeli ve vücutta alkol kalabileceğini öngörülmeli idi. Doktor, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmıştır. Objektif olarak öngörülebilir nitelikteki zararlı sonucu önlemek için gereken tedbirleri almamış , ihmal etmiştir. Tazminat hukukunda, vekilin özen borcunun kapsamı belirlenirken, davalı tarafın o anki subjektif özellikleri değil, aynı pozisyondaki herhangi bir doktorun genel (objektif) özellikleri dikkate alınır. Olayımızda herhangi bir cerrah, hastanın vücudundaki şekil bozukluklarına dikkat ederek, alkolün vücutta kalmış olabileceğini öngörebilir ve iyice kurumasını bekledikten sonra koteri kullanabilirdi. Bu nedenle “özen yükümlüğüne aykırı davranılmıştır ve zarardan sorumluluk gerekir” denilebilir.
Belgesay hocamız, bu mahkeme kararı ile ilgili görüşünü şu şekilde dile getirmiştir :
“ Bir kimsenin, kendine hususi bir vaziyet ve tehlike haber verilmemiş ise bu hususiyetin icaplarına uygun hareket etmeyerek, mutat tedbirlerle iktifa etmesi kusur sayılmaz. Mesela, yol üstünde geçit olmayan bir yerde birdenbire otomobilin önüne çıkan kimseyi, şoför ani olarak duramaması sebebiyle çiğnerse kusurlu sayılmaz. Herkes ancak mutat tehlikelere ve bir de hal ve vaziyetin icap ettirdiği dikkatle anlayabildiği tehlikelere karşı tedbir almakla mükelleftir. Fakat hadisede operatör, hasta üzerine döktüğü alkolün, o, düzgün olmayan bir vaziyette yattığı için altına akabileceğini hesap etmesi gerekirdi. Bu noktadan, mahkeme kararı haklı görünür.”
“Tıbbi Mesuliyet” kitabında, eski zamanlarda yaşanan diğer tıbbi hataları ve bunların irdelendiği mahkeme kararlarını şaşkınlıkla okudum. Çünkü, o tarihteki tıbbi hatalar ile günümüzde yaşanan tıbbi hataların çok benzer olduğunu ve hatta bazılarının aynı olduğunu gördüm. Ameliyat yerinde gazlıbez unutulması, tetanoz aşısı ( ya da serumu) yapılmasının ihmal edilmesi, hastaya refakat edecek sağlık personeli verilmediğinden parmaklıksız pencereden atlayıp ölmesi, enfeksiyonun tedavi edilememesi şu anda aklıma gelen bazıları.
Ancak o tarihlerde, o ülkelerde tıbbi hata davalarının yargılama seyri ve mahkemelerin kararları bu güne göre biraz farklı kanımca. O tarihlerde doktor aleyhine çok fazla karar verilmiyormuş. Mesela, teşhis hatalarından doktorlar sorumlu olmayabiliyorlarmış. Tabii, teşhis hatasının yanında, başka olguların da bunması ve davada ispatı şartıyla.
Bu konuyu başka bir yazımızda irdelemek üzere, sağlıklı günler dilerim.
(*) Yazar hakkında bilgi: Sağlık Hukuku Uzmanı Halide Savaş, daha önce yüksek hemşire iken 1999 yılında Marmara Ünicersitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş; 2006 yılında Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sağlık Kurumları Yöneticiliği Anabilim dalında “Ülkemizde sağlık çalışanlarının ve sağlık kurumlarının tıbbi müdahaleden doğan sorumlulukları” konulu teziyle Yüksek Lisans Eğitimini tamamlamıştır. Halen Sağlık Hukuku alanında çalışmalar yapmakta, tıp ve hukuk bilimleri arasında ortak bir dil oluşturmaya çalışmakta, Sağlık Hukuku alanında çıkan uyuşmazlıkların hakkaniyet ve hukuk kuralları çerçevesinde çözümlenmesine katkıda bulunmaktta; üniversitelerde ve çeşitli sağlık kurumlarında eğitim vermekte; meslek dergilerinde yazıları yayınlanmaktadır.
Yayınlanmış eserleri :
1)Sağlık Çalışanlarının ve Sağlık Kurumlarının Tıbbi Müdahaleden Doğan Sorumlulukları (Ceza-Hukuk)
2)Yargıya Yansıyan Tıbbi Müdahale Hataları (Tıbbi Davaların Seyri ve Sonuçları)