İNSAN ZARARLARI MAHKEMELERİ YASA ÖNERİSİ KONUSUNDA GÖRÜŞLER
ÇELİK AHMET ÇELİK
I- GENEL OLARAK
Hukukça korunması gereken en yüce hakkın "yaşama hakkı" ve bunun özelinde "sağlıklı yaşama hakkı" olduğu, ülkemizde hukuk çevrelerinde ve yargı düzenimizde yeterince önemi kavranamamış, bir sorundur. İnsan zararlarının tazminat olarak değerlendirilmesinde, kurumlar arasında yöntem birliği sağlanamadığı gibi, toplum yapımızla ilgili bugüne kadar hiç bir çalışma yapılmamış; farklı ülkelerden alınan ve zamanla güncelliğini yitirmiş bir takım tablolarla, göstergelerle ve formüllerle yetinilmiş; bu yüzden öldürülen veya sakat bırakılan kişilerle ilgili davalarda verilen kararlar birbirinden farklı olmuş; hiç bir zaman adaletli sonuçlar alınamamıştır.
Öte yandan, öldürülen veya sakat bırakılan kişilerin "insan" olarak değerlendirilmeleri bir yana bırakılarak, kurumların, iş çevrelerinin ve sigorta şirketlerinin yoğun baskı ve etkileri altında hep tazminatın çokluğu-azlığı tartışılmış; iş kazalarının veya trafik kazalarının önlenmesi veya en aza indirilmesi yönünde çözümler üretilmek yerine, tazminatların yüksek hesaplandığından yakınılmış; özellikle işverenler ve sigorta şirketleri tazminat ödememek için her yola başvurmuşlardır.
Geçmişte olduğu gibi bugün de, her kurum ayrı bir yöntem uygulamakta, her biri farklı amaçlar gütmektedirler. Sosyal Güvenlik Kurumu parasal denge sağlama amacı güderken, sigorta şirketleri daha az tazminat ödemenin yollarını aramakta; temel işlevi ve tek amacı “insan zararlarının hakça giderimi” olan yargı ise, her iki kurumunkinden farklı bir hesaplama yöntemi benimsemiş bulunmaktadır. Ancak ne var ki, uzmanlığa gereken önem verilmediği; tazminat hesaplarını gerçek uzmanlar değil, rasgele bilirkişi olarak görevlendirilmiş kişiler yaptıkları için, mahkemelerin verdikleri kararlar birbirlerinden çok farklı olabilmektedir. Kimi zaman toplumun ilgisini çeken bazı olaylarda mahkemelerce hükme bağlanan tazminat miktarları, yazılı ve görsel yayın organlarında yoğun tepkilere neden olmakta; yargıya güven sarsılmaktadır.
Başta da söylediğimiz gibi, hukukça korunması gereken en yüce hak yaşama hakkı olmasına göre, "insan zararları mahkemeleri" kurulması yönündeki yasa önerisine olumlu bakılmalı, bir an önce yasalaşması için çaba harcanmalıdır.
II- ÖNERİLERİMİZ
1- Alt yapı hazırlıkları yapılmalıdır.
İnsan zararları mahkemesi kurulması olumlu bir girişim olmakla birlikte, bunun alt yapısı hazırlanmalı; gerek yargıçların ve gerekse bu tür davalarda rapor düzenleyecek bilirkişilerin bir eğitim sürecinden geçirilip uzmanlaşmaları sağlanmalı; bunun için bir İnsan Zararları Araştırma ve Eğitim Merkezi kurulmalıdır.
2- Kurumlar arası uygulama birliği sağlanmalıdır.
Bugün ülkemizde tazminat hesapları konusunda bir karmaşa (kaos) yaşanmakta; kurumlar arasında yöntem ve uygulama birliği kurulamamakta; her kurum kendi amaçları doğrultusunda hareket etmektedir. Yukarda da belirttiğimiz gibi, Sosyal Güvenlik Kurumu rücu davalarından yüksek bir gelir elde etme amacı güderken, sigorta şirketleri tazminat ödememek için direnmekte; yargıda ise, güncelliğini yitirmiş yabancı kaynaklı tablolar ve hiç bir bilimsel yönü bulunmayan ve matematik kurallarına aykırı yanlış hesaplama yöntemleri uygulanmakta; uzmanlığı olmayan rasgele kişilere bilirkişilik görevi vermekte; gerçeğe aykırı hesap raporlarıyla hüküm kurulmaktadır.
Örneğin, sigorta şirketleri Hazine Müsteşarlığı'nın koruması altında, hayat sigortalarında geçerli ve denetime elverişli olmayan bir formül ve elliikinci eyaleti imişiz gibi (toplum yapımıza uymayan) Amerikan tabloları ile son derece düşük miktarlı ve yetersiz tazminat hesaplarını, (hukuk bilgisi olmayan ve tazminatın hukuksal gerekçelerini bilmeyen) aktüerlere yaptırmakta; çoğu zaman da (özellikle 6098 sayılı TBK.55.maddesine ve 2918 sayılı KTK hükümlerine aykırı bir biçimde) tazminat istemlerini reddettikleri görülmektedir.
Sosyal Güvenlik Kurumu, rücu hakkını kısıtlayan Anayasa Mahkemesi iptal kararını ve 5510 sayılı Yasa'nın 21.maddesinin açık hükmünü etkisiz kılma ve sınırları aşma çabası içinde, yetkin olmayan bir takım kişilere hazırlattığı TRH-2010 adı verilen ve ülke gerçeklerini, toplum yapımızı asla yansıtmayan bir yaşam tablosu ile rücu davalarından yüksek gelirler elde etmeye çalışmaktadır.
Bütün bu olumsuzlukların giderilmesi için, kurumlar arası uygulama birliği sağlanmalı; aşağıda açıklayacağımız çalışmalar yapılmalıdır.
3- Ülkemizin toplum yapısına uygun tablolar hazırlanmalı ve bunlar sürekli güncellenmelidir.
Türkiye İstatistik Kurumu, 1926 yılında kuruluşundan bu yana geçen seksen yılda ülkemiz koşullarına uygun yaşam tabloları oluşturamamış; Sosyal Güvenlik Kurumları ile Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği de bu konuda hiç bir çaba göstermemiş; hep yabancı kaynaklı tablolarla ve birbirinden farklı formüllerle yetinilmiştir.
Bugün E-Devlet olanakları, toplum yapımızı incelemede, insan zararları için gerekli tabloları hazırlamada en elverişli ortamdır. Bugüne kadar hiç bir girişimde bulunulmamış olması ülkemizin bir ayıbıdır. TÜİK'in aile yapısı türünden hazırladığı bir takım tablolar hiç bir işe yaramamakta, ihtiyaçları karşılamaktan uzak bulunmaktadır. Tek yararlı çalışma, İLO ile TÜİK işbirliğinde 2006 yılı çocuk işgücü araştırması olmuştur.
4- Haksız fiil zamanaşımı süresi artırılmalıdır.
Haksız eylemlerden zarar görenleri en çok mağdur eden çok kısa zamanaşımı süresi olmuştur. Önceki yasadaki (1) yıllık sürenin (2) yıla çıkarılması yeterli olmamıştır. Bu nedenle, 6098 sayılı TBK'nun 72.maddesindeki (2) ve (10) yıllık süreler, Avrupa ülkelerindeki zamanaşımı reformlarına koşut olarak, insan zararları yönünden (10) ve (30) yıla çıkarılmalıdır.
Şu anda Avrupa ülkeleri arasında, en kısa haksız fiil zamanaşımı süresi içeren yasa, bizim yasamızdır. Çeşitli ülkelerde zamanaşımı süreleri şöyledir:
Fransa’da:
Kural zamanaşımı (5) yıl ise de, ölüm ve bedensel zararlarda zamanaşımı (10) yıldır. Ayrıca vahşet, işkence veya cinsel şiddet davalarında zamanaşımı, olay tarihinden itibaren 20 yıldır. (m.2224,2226) Çevre Kanunu çerçevesinde tesisat, inşaat çalışmaları, yapım işleri ve aktiviteleri sırasında çevreye verilen zararlarla ilgili sorumluluk davalarına (30) yıllık zamanaşımı uygulanacaktır. (17.06.2008 tarihli Kanun m.14)
Almanya’da:
Kural zamanaşımı (3) yıl olup, başlangıcı olayın gerçekleştiği yıldan sonraki yılın başıdır. Şu kadar ki, belirsiz alacak (rakamlandırılmamış alacak) davaları açıldıktan sonra, dava sonuçlanıncaya kadar zamanaşımına uğrama tehlikesi yoktur.
Hayat ve vücut bütünlüğüne verilen zararlardan doğan dava hakları, fiilin işlenmesinden itibaren otuz yıl geçmesi ile zamanaşımına uğramaktadır (§ 199 II BGB)
İtalya’da (5) yıl , İngiltere’de (6) yıl, İrlanda’da (6) yıl, Rusya'da (3) yıl, Avusturya’da (3) ve (30) yıl, Holanda’da (5) yıl, İsveç'te (10) yıldır. Üstelik çoğunda, dava başladıktan sonra zamanaşımına uğrama tehlikesi yoktur. Ayrıca, bizde olduğu gibi ıslah adı altında bir engel, bir ayak bağı da yoktur.
Görüldüğü gibi, Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında, en kısa haksız eylem zamanaşımı süresi, bizim yeni yasamızdaki süredir. Yargı düzeni en yavaş işleyen bir ülke olduğumuza göre, yeni Yasa’nın 72. maddesindeki (2) ve (10) yıllık süreler (10) ve (30) yıla çıkarılmalıdır.
6098 sayılı TBK'nun 72.maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini öneriyoruz:
Madde 72- (1) Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak beş yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. İnsan zararlarında bu süreler (10) ve (30) yıldır.
(2)Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.
(3) Haksız fiil dolayısıyla zarar gören bakımından bir borç doğmuşsa zarar gören, haksız fiilden doğan tazminat istemi zamanaşımına uğramış olsa bile, her zaman bu borcu ifadan kaçınabilir.
5- Yeni T.Ticaret Kanunu’ndan “zorunlu sigorta” hükümleri çıkarılmalıdır.
a) Zorunlu sigortalar ticari nitelik taşımayıp, sosyal risk ilkesinin bir gereği ve kamusal nitelikli olmalarına karşın, ne gereği varsa, Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun sigorta hükümleri arasına konulmuş; böylece, 2918 sayılı KTK’nun, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun, 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun zorunlu sigortalara ilişkin hükümlerine aykırı bir durum yaratılmıştır.
b) Ayrıca 6102 sayılı TTK’nu 1484.maddesi 3.fıkrasında "Zarar,sosyal güvenlik kurumları tarafından karşılandığı ölçüde sigortacının sorumluluğu sona erer” denilerek, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 55.maddesini (sigorta ödemeleri yönünden) etkisiz kılacak bir durum yaratılmıştır
Bütün bu nedenlerle, 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanunu’nun “Zorunlu Sorumluluk Sigortaları” başlığı altındaki 1483-1486.maddeleri yasadan çıkarılmalıdır.
6- Sigorta şirketlerinin yasa değişikliği girişimleri önlenmelidir.
Şu anda TBMM'ne getirilmiş olan "Bankacılık Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın 31.maddesi ile, 5684 Sayılı Sigortacılık Kanunu'nun 13.maddesine:
" Zorunlu sigortalar kapsamındaki tazminatlar ilgili genel şartlarla tespit edilen teminat içeriği ve hesaplama esaslarına göre belirlenir. Zorunlu sigorta sözleşmelerinin feshine ilişkin esaslar ilgili genel şartlarda düzenlenir." biçiminde 4'üncü fıkra eklenmek istenmektedir.
Bunun anlamı ve amacı, ölüm ve bedensel zararlarda sigortaların ödeyeceği tazminat tutarlarının sınırlandırılması, böylece sigorta şirketlerinin daha az tazminat ödemelerinin sağlanmasıdır.
Bu değişiklik önerisi, insan yaşamına saygısızlık ve tam bir vicdansızlık örneğidir. Öteden beri işverenler ve sigortacılar, kazaları azaltma yönünden yatırımlar yapmak ve etkili önlemler almak yerine, daha az tazminat ödemenin, hatta hiç ödememenin yollarını arama çabası içindedirler.
Yaşama hakkı ve bunun özelinde sağlıklı yaşama hakkı, Anayasa'yla ve insan hakları sözleşmeleriyle güvence altına alınmış en temel haktır. Bu hakka herkes ve her kurum saygı duymak zorundadır.
İnsan zararları (ölüm ve bedensel zararlar) yalnız sigortacıların tazminat ödemek durumunda kaldıkları trafik kazalarından ibaret değildir. Tüm haksız fiiller ve hukuka aykırı olaylar yönünden konuyu ele almak gerekir.
Yukarda yapılmak istenen yasa değişikliği ile ölüm ve bedensel zararlara ilişkin tazminat ödemeleri, birer genel işlem şartı niteliğindeki Sigorta Genel Şartlarına konulacak hükümlerle sabitlenmek istenirse, böyle bir düzenleme, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 20-26.maddelerine, ayrıca 53,54 ve 55.maddelerine aykırı düşer.
Ayrıca, sigortacılar için ayrı, motorlu araç işletenler ve taşımacılar için ayrı, iş kazalarından sorumlu işverenler için ayrı ve çeşitli biçimlerde gerçekleşen değişik türde haksız eylem ve hukuka aykırı durumlar için ayrı ayrı tazminat hesaplama yöntemleri uygulandığı takdirde, sorumlular arasında fark yaratılmış olur ki, bu Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı olur.
7- Hukuk Yargılama Yasası'nda düzeltme önerisi
a) Islahla zamanaşımı savunmasının kabul edilmesi, haksız ve adaletsiz bir görüş ve yanlış bir uygulamadır. Yasa'nın 176.maddesinin gerekçesinin son paragrafına tehlikeli bir "virüs" gibi sokuşturulan ıslahla zamanaşımı savunması yapılabileceğine ilişkin cümle oradan çıkarılmalı ve ayrıca 182'inci maddedeki "kötüniyetli ıslaha" açıklık getiren ve maddeyi etkinleştiren yasa değişikliği yapılmalıdır.
b) Yasa'nın 107.maddesine göre dava değerinin artırılması (harç tamamlama) işleminin yeni bir dava ve ıslah olmadığı hususunda yasaya açık bir hüküm konulmalı; bir fıkra eklenmelidir.
c) Yasa'nın 16.maddesindeki "yerleşim yeri mahkemesini" yetkili kılan hüküm yasadan çıkarılmalıdır. Bu son derece sakıncalı bir düzenlemedir. Örneğin, İstanbul'da kaza geçiren bir kimsenin gidip memleketi Şırnak'ta dava açması ya da İzmir'de tedavi gören kişinin hekim hatası iddiası ile Erzurum'da dava açması gibi durumlar olabileceği düşünüldüğünde, yasa hükmünün doğru bir düzenleme olmadığı farkedilecektir.
8- Başka yapılması gerekenler
a) Sosyal Güvenlik Kurumu ayak bağı olmaktan çıkarılmalı; her olayda SGK'dan gelir bağlanıp bağlanmadığının araştırılmasının önü alınmalı; hangi olaylarda SGK. gelirlerinin söz konusu olacağı, hangi gelirlerin rücua tabi olduğu ve tazminattan indirimi gerektireceği konularına, herkesin anlayabileceği biçimde açıklık getirilmeli; SGK. iş kazası sigorta dalından gelir bağlayacaksa, bunu yıllarca geciktirmeyip, bu yükümlülüğünü derhal yerine getirmeli; davaların sürüncemede kalmasına ve duraksamalara neden olmamalıdır.
b) Sigorta şirketlerinin sorumlulukları ağırlaştırılmalı ve ödemede direnimlerine karşı ağır yaptırımlar uygulanmalıdır.
c) Zorunlu sigortalarda, artık, manevi tazminat bölümleri de yer almalı; ferdi kaza (can) sigortaları özendirilmelidir.
d) Koltuk (can) sigortasının kent içi ve yakın mesafelere uygulanmasının sürekli erteletilmesinden vazgeçilmeli; özellikle okul servis araçları için zorunlu hale getirilmelidir.
e) Maluliyet tespitiyle ilgili biri tüzük üçü yönetmelik dört ayrı düzenleme teke indirilmeli ve güncellenerek Avrupa ülkeleriyle uyum sağlanmalıdır. Düzenleme teke indirildikten sonra, sigorta genel şartlarındaki maluliyet tabloları geçersiz kılınmalıdır.
f) TÜİK tarafından ülkemiz şartlarına uygun yaşam, aktivite, ekonomik gösterge, evlenme şans tabloları ile çeşitli meslek gruplarının yıllara göre (kamuda ve serbest piyasada) kazanç düzeyleri ile ilgili tablolar hazırlanıp sürekli güncellenmelidir.
g)Çeşitli ülkelerdeki uygulamalar, hesaplama yöntemleri, yaşam tabloları vs. hakkında sürekli bilgiler edinilmeli; ülkemizin toplum yapısına ve ekonomik göstergelere göre uygunluğu ölçüsünde bunlardan yararlanılmalıdır.
h)Yargıtay'da "E-Bilgi Merkezi" kurulmalıdır.
i) Adalet Bakanlığı'na bağlı "İNSAN ZARARLARI ARAŞTIRMA VE EĞİTİM MERKEZİ" kurulmalıdır.
ı) İnsan zararları mahkemelerinde BİLİRKİŞİ incelemelerini, bu konuda uzmanlık belgesi olan kişiler yapmalı; insan zararlarının tazminata dönüştürülmesinde formüller önemli olmayıp aslolan "hukuksal nitelemeler" ve hesap raporlarının "hukuksal gerekçeleri" olduğundan, bilirkişilerin "uzman hukukçu" olmaları şartı getirilmelidir.
--------------------------